Articles by "Kürt Müziği"


Ahmet Aslan Dersimli. Almanya’da yaşıyor. Türkçe ve Zazaca şarkılar söylüyor. Geçen haftalarda yıllarca yasak diye giremediği ülkesindeydi hem de CRR’de.

Doğu coğrafyasını bilen, dünya veya Anadolu müziğini tanıyanlar için Ahmet Aslan ismi yabancı değil. Pir Sultan deyişlerini andıran sözler, geçmişten kopup gelmiş gibi gözükse de Dersim’in acılarına tercüman oluyor âdeta. Aslan, elinden düşürmediği gitarı ve bağlamasının yanında sesini bir enstrüman gibi kullanıyor. ‘Kürt veya Dersim müziği’ tanımlarına katılmıyor “Anadolu müziği vardır.” diyor. Ud, tambur gibi çalgıları es geçmemesi bu sebepten. Liseden sonra resim eğitimine başlayıp bitirmeden İstanbul Teknik Üniversitesi Konservatuarı’na girer. Daha sonra Almanya’ya giden müzisyen şu an alanının en iyilerinden Rotterdam Dünya Müzik Akademisi son sınıfta. 250 bin kişinin katıldığı en geniş müzik festivallerinden Rudolfstad’da sahne almış, Berlin Flarmoni Orkestrası’yla çalmış. 24’ünde hem politik sebeple hem de eğitim sebebiyle ayrıldığı ülkesine ayağı yeni yeni alışıyor desek yanlış olmaz. Geçen haftalarda Cemal Reşit Rey’de (CRR) verdiği konser bu başlangıçlardan biri. Bu buluşmadan hem sanatçının kendisi hem de CRR çok memnundu. Biz de konser öncesi Ahmet Aslan’la bir araya geldik. Şarkılarıyla dinleyeni güzel hissettiren müzisyenden bu sefer kendini dinledik.


-40 yaşındasınız. Yolun yarısını geçmişsiniz. Müziğinizi sevenler yarıdan öncesini pek bilmiyor. Hayatınızın ilk yarısının hikâyesi neydi?
Hikâyem biraz çetrefilli. Dersim Hozatlıyım. Doğup büyüdüğüm topraklarda kalmak vardı. Bıraktığımda Türkiye’de gözaltılar, kaderin nereden nereye savuracağı belli olmayan bir kaos vardı. Zaten potansiyel bir coğrafyanın çocuklarıyız. Tunceli ya da Dersim deyince uçan kuş bile hesap sorardı. Suçlu olman gerekmiyordu. Aktif siyaset içinde olmak gibi bir çabam yoktu. İşin doğrusu, evrene gelmişsin, gözünü açmışsın onu bile fazla görüyorlardı. Başına bir şey gelmese de her zaman seni bekleyen bir ecel vardı. O dönem benim gibi ülkeden ayrılan çoktu. Hâlâ da gitmek isteyenler var. Üstelik bitmiş bir Avrupa’ya.
-Aileniz gidişinizi nasıl karşıladı? Avrupa’ya gittiğinizde hayatınızı nasıl kazandınız?
Hz. İsa’ya atfedilen bir cümle okudum ve her şeyi bırakıp gittim. “Yaşamı yalnız başına kurmak istiyorsan pislediğin yeri terk et.” diyordu. Özgür kalmak için 1996’da Almanya’ya gittim ve kaldım. Orada gitar bölümüne devam ettim Duesseldorf Konservatuarı’nda. Ama bitirmedim. Sonra Hollanda malumunuz. Dünya müziği branşında eğitim alıyorum. Akademilerden nefret ediyorum ama oralardan çıkamıyorum ne hikmetse. Eğitim kendi başına bir manipülasyon. Aslında insan olmaya da karşıyım. Hayatın her yanını manipüle ediyoruz. Yarattığımız formülün kölesi oluyoruz.
-Batı’da yaşıyor, Batılı bir enstrüman çalıyor ama gelenekten ayrılamıyorsunuz. Geleneği bozmuyor musunuz?
Ben geleneği koruma çabasında değilim. Zaten geleneği bozmaya ne senin ne de benim gücüm yeter. Onun korunmaya ihtiyacı yoktur. Dışına çıkarsan deneysel işler yaparsın. Onların da içi yüzde 80 koftur. İster istemez geleneğe geri dönüyorsun. Denizden ayrılırken limanı yıkamazsın. Çok fazla açılırsan boğulursun. Son dört yıldır Tunceli’ye yazın gidip geliyorum. Daha öncesinde yasaklıydım. Hâlâ da her gelişimde 1 saat hava limanında tutuyorlar beni. Aynı isimden bir başkası aranıyor. Bürokratik nedenlerle gelemedim Türkiye’ye senelerce. Politik bir nedeni yok.
-Kaç kardeşsiniz?
Herhâlde 13 varız. Nadiren görüşüyoruz. Ben aile içi asosyal bir insanım.
-CRR’yle nasıl buluştunuz?
Burası detay müziğe hassasiyet gösteriyor. Kalan Müzik’in vesilesiyle oldu. Yoksa sıraya girersin, 20 yıl gelmez. Avrupa’da icra ettiğim müziğe dünya ya da halklar müziği olarak bakıyorlar. Oradaki dinleyici çok farklı. Robot gibi. Sana istekte bulunmuyor. Sen ne sunarsan… Burada elektrik iyi, ortam daha sıcak ama seni alet gibi görüyorlar.
-Avrupa’da albümleriniz nasıl satıyor?
Bilmiyorum. Dünya işleriyle ilgilenmiyorum.
-Sizi dinleyenler hangi dilde şarkı söylediğinizi anlamıyor. Bunu nasıl karşılıyorsunuz?
Evet, biliyorum. Çok sık rastlıyorum. Mesela “Adem evvelinden beri” cümlesini “Adana garından beri” diye yorumlayanlar var. Ama sorun değil, esprili geliyor bana. Sözlerimde ‘eski’ kelimeleri tercih ediyorum. Örneğin Türkçeyi ele alırsak, Veysel’in şarkısı “Gozelligin on par etmez” yerine “Güzelliğin on para etmez” şeklinde İstanbul Türkçesiyle okunuyor şimdi. Orijinal hâli anlaşılmıyor. Kendi dilime ya da Ermenice gibi dillere yapılmış haksızlığı  bir kenara bırakıyorum. Türkçeye yapılan bir haksızlık vardır ki, 80 yıla sığmıyor. “Tek toplum, tek ırk, tek dil” politikasından söz ediyorum. Koskoca 600 yıllık Osmanlı’ya bir makas atıldı ve yüzyıllardır yaşayan bir dil 80 yılda unutuldu. Bu haksızlığı gördükten sonra ‘ben iyi durumdayım’ diyorum. Kendi dilimden bir kelime bilmediğim zaman yaşlı insanımdan öğrenebiliyorum ama şu an Osmanlıca öğrenmeye kalksam bunu soracağım bir kuşak yok. Kürtçe ve Zazaca hâlâ yaşıyor.
-Sizin için ‘derviş gibi adam’ diyenler var. Ne düşünüyorsunuz? Kendinize yakıştırıyor musunuz?
Son zamanlarda inanç fanatikleşiyor, medyalaşıyor. Herkes bir yakıştırma yapıyor. Belki ruhani olarak güzel şeylerdir. Fakat abartılı gelebilir. Derviş lakabını son zamanlarda 20 yaşındaki insan dahi alabiliyor. Dervişane olabilmenin belli bir mevsimi var. Bana bazıları da ‘deli’ diyor. Bazıları da aşırı alkolle bu hâle geldiğimi düşünüyor. Bir şeyi alkolle dışarı çıkarıyorsanız bu dış müdahaledir. Bunu bir yapar, iki yapar, üçüncüde yerinizden kalkamazsınız.
-Kürt müziğinin gelişimini nasıl görüyorsunuz? Tambur, gitar, bağlama, ud kullanıyorsunuz. Bunlar bir araya gelmeyecek enstrümanlar gibi gözüküyor. Siz nasıl bir müzik yapıyorsunuz?   
Kürt müziği… Bizim bölümden etnolog Martin Grew ve bölüm başkanımız Kemal Dinç’le sürekli konuşuruz. Kürt, Dersim Türk halk müziğini ayrı yere koyanlar var. Ama gelinen aşamada; Anadolu’dan çıkmış her melodiyi Anadolu müziği diye adlandırmak en doğrusu.  Örneğin ‘Sarı gelin’ türküsü. Aslı Ermenice ama Türk halk müziği kategorisine koyuyorlar. Mesela “Üsküdar’a giderken” şarkısı. Üzerine dokümantasyon yapıldı. Parça Hırvatistan, Bulgaristan, Yunanistan’a ait çıktı. Hatta etnolog öğrenciler birbirine girdi. Tam 15 ülke bu şarkıyı sahiplendi. Ben kendi adıma Kürtçe, Türkçe, Zazaca demektense Anadolu müziği demeyi tercih ediyorum. Ama bir zamanlar yasaklı bir dilin şimdilerde müziğinin söylenmesi çok güzel. Ayrıca Kürt olsun olmasın genç nesil Kürtçe müziğe yaklaştı. Tabii bunda medyatikleşmesinin rolü var.
-Kürt meselesinin çözümüyle ilgili süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Aleviler kendini başka bir yere çekiyor, Zazalar başka bir yere. Dersim’de de çok sesli bir anlayış vardır. Kürt siyaseti kendi içinde ayrışıyor. Devlet, iktidar, muhalefetten farklı görüşler çıkabiliyor. Bu sorun çözülmeli. Başka gelecek yok. Ya kendin çözersin ya Amerika gelir çözer, tepene de biner. İran örneğinde olduğu gibi komünisti de inananı-inanmayanı da birden ayaklandı, kendinden olmayanı dışarı attı. ‘Varsa bir problem kendim çözerim’ dedi. İlerici veya gerici temelde. Bizim yaşlıların bir sözü vardır, inanan insanlar da bilir: “Cennet de cehennem de insanın kendi dünyasındadır.” Yani problemin kaynağı da, çözecek olan da biziz.
-Takip ettiğiniz müzisyenler kimler?
Şakiro, Ayşe Şan, Erivan Radyosu’nda çıkan isimleri hâlâ dinlerim. Güncel müziği takip etmiyorum. Yaşlı kayıtlarıyla ilgileniyorum. Anadolu müziği konusunda uzman İtalyan bir gitar profesörü var, Carlo Domeniconi, çok seviyorum. ‘Koyun Baba’ diye bir şarkısı var. Tavsiye ederim.
Aksiyon Dergisi - Esin Kaya


Metin Kemal Kardeşler Dersim'in Pülümür ilçesine bağlı üç haneli bir dağ köyünde dünyaya geldiler. Çocukluklarının ilk yıllarını Erzincan'da geçiren kardeşler daha sonraları ise yazları Dersim'de köyde, kışları Erzincan'da olmak üzere yaşamlarını sürdürdüler. Bu onlara iki ayrı kültüre de tanıklık etme imkanı sağladı. Bu yüzden Erzincan'da konuşulan Türkçe'yi de, Dersim'de konuşulan Zazaca'yı da kendi dilleri saydılar. İlk, orta ve lise eğitimlerini Erzincan'da tamamladılar.
Kemal Kahraman 1983 yılında İstanbul Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı bölümüne girdi. Ancak 1984 yılında bu okulu bırakarak Ankara'da ODTÜ Felsefe bölümüne başladı.
Metin Kahraman ise 1984 yılında Marmara Üniversitesi, Basın Yayın Yüksek Okulu, Radyo Televizyon bölümüne girdi. 1985 yılında da, bu okulda okuyan bir kaç arkadaşıyla birlikte Grup Yorum'u kurdu. Aynı yıllarda Kemal'de Ankara'da çeşitli amatör müzik gruplarında yer aldı. 1991 yılında tekrar bir araya gelen kardeşler 1993'te iki yıllık çalışmalarının ürünü olan "Deniz Koydum Adını" adlı ilk albümlerini gerçekleştirdiler.



Daha sonra Kemal eğitim amacıyla Almanya'ya yerleşti. Metin'de zaman zaman Almanya'ya giderek birlikte müzik çalışmalarını sürdürdüler. 1995 yılında kayıtlarını Berlin ve Türkiye'de gerçekleştirdikleri ikinci albümleri "Renklerde Yaşamak" bu sürecin ürünü oldu. 1990 yılından itibaren Dersim ve Erzincan yöresinde derleme çalışmaları yaptılar.
Bölgenin tarihi ve sözlü edebiyatı, inançları, günlük yaşamı, adetleri, müziği gibi çeşitli konuları içeren bu çalışmaların ilk ürünü de Zazaca, Türkçe ve Kurmanci olmak üzere, o yörede konuşulan dillerde yaşlıların kendilerinin çalıp söyledikleri türkülerden oluşan "Yaşlılar Dersim Türküleri Söylüyor" albümü olmuştur. Bu albüm, derleme çalışmaları yapanlara güzel bir örnek oluşturmuş ve olumlu tepkiler almıştır. Albüm aynı zamanda kendi türünde belgesel bir çalışma niteliğindedir. 1990 yılında, kayıtlarını Berlin'de gerçekleştirdikleri albümleri "Ferfecir" ile yeniden dinleyicileriyle buluşan kardeşler, halen Berlin'de yaşamakta ve çalışmalarını bu şehirde sürdürmektedirler.
Kardeşler 1997'den beri birlikte müzik yaptıkları Serdar Keskin ve 1995'te Berlin'de tanıştıkları Dorethea Marien'i en önemli müzik ve yol arkadaşları olarak görüyorlar. Besteleri ve şarkı sözleri kendilerine ait olan Metin & Kemal Kahraman kardeşlerin çalışmaları başka müzisyenler tarafından da seslendirilmiştir. Her ikisi de saz, cura ve gitar çalmakta ve şarkı söylemektedir.


1975 yılında Diyarbakır’da doğan Mehmet Atlı ilk ve ortaöğrenimini Diyarbakır ve Ankara’da tamamladı. Ergani kökenli ve on çocuklu bir ailenin altıncı çocuğudur. Ergani, Diyarbakır ve Elazığ-Maden kültürünün özelliklerini bir arada barındıran ve Kurmanci, Zazaki ve Türkçe’nin konuşulduğu bir yöredir. Atlı, bu dillerin konuşulduğu bir aile ortamında ve Diyarbakır’ın Bağlar semtinde Çüngüşlü Türkmen, Balkan ya da Kafkas göçmeni Türk; Mardinli, Batmanlı Arap, Zazaca ve Kurmanci konuşan Kürt ailelerle; alevi demiryolcu ailelerin bulunduğu çok kültürlü bir mahallede yetişmesini şans olarak değerlendirmektedir.



Çocukluk yıllarından itibaren müziğe, enstrümanlara, mahalle düğünlerine ilgi duydu. Abilerinin yardımıyla değişik müzik türleriyle tanıştı; bağlama, mandolin ve org çalmaya başladı.

Amatör okul gruplarında bağlama çalarak başladığı müzik hayatını, 1993 yılında üniversite sınavını kazanarak mimarlık eğitimi almak üzere gittiği İstanbul’da Koma Denge Azadi ile profesyonel olarak sürdürdü. Grubun 1994’te yaşadığı dönüşüm sonucu oluşan yeni kadrosunda, besteci, şarkı sözü yazarı ve solist olarak yer aldı. Aynı süreçte gitar çalmaya başladı. Kısa süreli bir solfej ve armoni eğitimi dışında akademik müzik eğitimi almadı.

1994-1999 yılları arasında grubun yurtiçinde ve yurtdışında sahne aldığı pek çok programda ve konserde bulundu. Koma Dengé Azadi’nin 1995 tarihli “Welaté min” ve 1998 tarihli “Fedi” adlı albümlerinin kayıtlarında yer aldı. Grubun, sevilen “No Çi Halo”, “Fedi”, “Mihemedo”, “Megri”, ” Dile Xemgin”, “Ez te baş nas dikim”, “Bejné” gibi pek çok şarkısına besteci ve söz yazarı olarak imza attı.

Sanatçı bu albümlerde arkadaşlarıyla birlikte Kürt Müziği’nin geleneksel kaynakları ile ilişki kurmaya çalışarak halk şarkılarının batı enstrümanları ile icra edilmesi ve bu eserlerin çokseslendirilmesi, şarkıların orijinal dokularından beslenen varyantlarla zenginleştirilmesi konularında çalışmalar yaptı. Öte yandan, modern Kürt şiirinin seçkin örneklerini besteleme uğraşına girişti. Fedi, Mihemedo, Keçikek ve Megri gibi şarkılar bu çabanın ürünleridir. Bir yandan da şarkı sözleri yazmaya başlayan müzisyen, giriştiği, Kurmanci ve Zazaca olarak güncel bir şarkı sözü dili yakalama uğraşını bugün de sürdürmektedir.

1997 ile 2000 yılları arasında Koma Dengé Azadi ile çalışmaları sürerken bir yandan da Ferda Ereren yönetiminde, Marmara Üniversitesi Konservatuar Bölümü öğrencilerinden oluşan “Üç Deniz Topluluğu” nda Çoksesli Anadolu Müziği çalışmalarına enstrümanist olarak katıldı.

Koma Dengé Azadi’nin 1999’daki dağılışının ardından üniversite eğitimini tamamlayarak Diyarbakır’a yerleşti ve mimarlık ofislerinde mimar olarak çalışmaya başladı. Bu dönemde müzik çalışmalarını solo olarak sürdüren sanatçı albüm hazırlıklarına da Diyarbakır’da başladı. Diyarbakır’da yaklaşık iki yıl süreyle kaval sanatçısı İrşad İpek’le birlikte Kebikeç Kültür Merkezi’nde düzenli olarak akustik dinletiler verdi.

2003 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi’nde Mimarlık Tarihi ve Kuramı alanında master yapmak üzere tekrar İstanbul’un yolunu tuttu. Bu alandaki akademik çabası hala sürmektedir.

Aynı yıl Metin-Kemal Kahraman, Serdar Keskin gibi müzisyenlerle birlikte Lizge Müzik Atölyesi’nde yer aldı. Fedi’nin kayıtlarından beri beraber çalıştığı müzisyen Sinan Zarakolu ve Serdar Keskin’le ve atölyenin diğer emekçileriyle birlikte hazırladığı ilk solo albümü “Jahr: Stranen Be Zeman u Be Ziman” adıyla ve Lizge Müzik etiketiyle 2003 yılında yayınlandı.

Jahr’da, gitarı merkeze alan bir düzenleme anlayışı ile söz ve müzikleri çoğunlukla kendisine ait olan ve günlük hayatta konuşulan Kürtçe’nin olanakları ile kentli bireyin sorunlarına yaklaşmayı deneyen pop şarkıların yanı sıra, modern Kürt şiirinin etkili kalemlerinden Arjen Ari’nin şiirlerine yaptığı besteler yer aldı. Geleneksel müziğin birikimi üzerine inşa etmeye çalıştığı yenilikçi şarkılarda, batı müziğinin değişik formları ile de ilişki kuran ve büsbütün belli bir tarza yaslanmamayı tercih eden sanatçının, zengin melodileriyle dikkat çeken ilk solo denemesi Jahr, geniş bir genç dinleyici kitlesi tarafından sevildi.

Mehmet Atlı, şarkı formundaki bu çalışmalarının dışında 1998 yılında yönetmenliğini M. Hakan Demiralay ve İsmail Sancak’ın yaptığı “ Hayalet” adlı belgeselin ve 2004 yılında Seyri Mesel Tiyatrosunun Erdal Ceviz’in yönetmenliğinde sahnelediği “Mesela Ne Kadar Uzax?” adlı oyununun müziklerini yaptı. Şarkılarından “No Çı Halo” ABD’de Zaza kültürü üzerine yapılan bir belgeselde, “Wey Gidi” ise Kürt göçmenleri konu edinen bir Alman filminde kullanıldı. Son olarak, Mezopotamya Kültür Merkezi oyuncularının, Apo Kaya’nın yönetmenliğinde sahnelediği ve kadının evrensel sorunlarını görsel malzemeye ve dansa dayalı bir performansla tartışan “Be Zeman u Be Ziman” adlı oyuna; yine MKM oyuncularından Kemal Orgun’un yazıp oynadığı “Nobedaré Deriyé Cinneté” adlı tek kişilik oyuna Jahr’daki müzikleri ile destek oldu. Sanatçının kimi şarkıları Nilüfer Akbal tarafından da yorumlandı.

Uzun bekleyiş ve emeğin ardından 2008 yılında çıkardığı ikinci solo albümü ” WENDA ” , dinleyici kitlesi tarafından oldukça beğenildi.

Halen Mardin Artuklu Üniversitesi Mimarlık Fakültesinde Öğretim görevlisi olarak çalışan müzisyen ,bir süredir pek çok sanatçı arkadaşı ile birlikte Kürt müzisyenlerinin kurumsal bir yapı içinde dayanışması ve Kürtçe sözlü müziklerin daha özgür ve profesyonel koşullarda icra edilebilmesi için uğraş veriyor. Mehmet Atlı şu sıralar, şarkılarından ve enstrümantal çalışmalarından oluşan iki ayrı albüm projesi üzerinde çalışıyor.

1975 yılında Doğanköy, Çemişgezek, Tunceli'de doğmuş ve gençlik yıllarında Ateş Yanmayınca, Seyir, Keçe Kurdân ve Nûpel adlı dört albüm çıkartmış, Türkiye ve dünyanın çeşitli yerlerinde konserler vermiş. Aynı zaman da Kürtçe ve Türkçe birçok şarkısı vardır.[3] Yavuz Turgul'un Gönül Yarası ve Fatih Akın'ın İstanbul Hatırası: Köprüyü Geçmek filmlerinde şarkılarıyla yer almıştır. Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü filminin müzik albümünde de bir parça seslendirmiştir. Metin Kemal Kahraman, Orient Expressions, Kardeş Türküler, Ahmet Aslan - Mikail Aslan ve daha birçok müzisyenin albümlerinde yer almıştır. Birçok müzisyenle birlikte dünyanın ve Türkiye'nin çeşitli yerlerinde konserler vermiştir.

[accordion] [item title="Albümleri"]
  • 2002: Seyir
  • 2004: Keçe Kurdan (Kürt Kızı)
  • 2005: Bahar, Kardeş Türküler
  • 2005: Miraz (İstek), Mikail Aslan ile birlikte
  • 2005: Nûpel (Yeni Yaprak)
  • 2010: Rewend (Nomad/Göçebe)
  • 2013: Hevra (Beraber/Birlikte) [/item]

 [item title="Konuk olduğu albümler"]
  • 2016: Hawniyaz (Cemil Qoçgiri) 
  • Güldünya Şarkıları, (2008)
  • Zülfü Livaneli Bir Kuşaktan Bir Kuşağa, Dağlara Küstüm Ali (2016)
  • Cemil Qocgiri, Tembur & Harp (2015), Heya (2005)
  • Kardeş Türküler, Bahar (2005)
  • Mercan Dede, Nefes (Breath), (2006)
  • Mikail Aslan, Miraz (2005)
  • Orient Expressions, Divan, (2004)
  • Nederland Blazer Ensemble, Turqoıse (2006)
  • Mor ve Ötesi, Mermiler (2012)
  • A. Rıza - Hüseyin Albayrak, Böyle Buyurdu Aşık (2013), Şah Hatayi Deyişleri (2005 )
  • Metin Kemal Kahraman, Ferfecir, (1999), Sürella, (2000)
  • Lütfü Gültekin, Gül Türküleri (2003), Derman Bizdedir, (1999)
  • Grup Yorum, Yürüyüş, (2003)
[/item] [/accordion]

Bajar, Kürtçe’de “şehir” anlamına gelir. Bajar, Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğunun bir projesi olan Kürtçe, Zazaca ve Türkçe folk rock müzik grubudur. Vokalde Vedat Yıldırım ve Burak Korucu, elektro gitarda Cansun Küçüktürk, bas gitarda Ari Hergel, klavyede Ferhat Güneş ve davulda Erdem Göymen yer almaktadır.



Bajar Albümleri 
Nêzbe / Yaklaş (2009)
B’xêr hatî / Hoşgeldin (2012)
Babamın Kanatları Orijinal Film Müzikleri (2017)

Bajar’ın Yer Aldığı Albümler 
…bir eksiğiz – Cinayet Saati 2014

Bajar’ın Aldığı Ödüller
2016 – 23. Altın Koza Film Festivali – En İyi Müzik Ödülü[8] Kazandı
2016 53. Uluslararası Antalya Film Festivali En iyi Müzik Ödülü Kazandı
2017 49. Sinema Yazarları Derneği Ödülleri En İyi Film Müziği Kazandı
2017 28. Ankara Uluslararası Film Festivali En İyi Özgün Müzik


Mikail Aslan 1972 yılında Dersim´de doğdu. 1994 yılında mülteci olarak Almanya´ya yerleşti. Bu dönemden itibaren müzikle daha yoğun ilgilenmeye başladı. Çocukluk yıllarından beri bağlama çalan Mikail Aslan ana dilinde ilk bestelerini Malatya´da okuduğu dönemlerde yaptı. Yıllarca hayalini kurduğu ana dilindeki ilk solo albümünü (Agêreyis) 1998 yılında Almanya´da kaydetti.




2000 yılında Michael Weil ve Dieter Schmalzried ile beraber “Mikail Aslan Ensemble”ı kurdu. 2001 yılında iki yıl süren bir hazırlığın ardından, Almanya` nın Mainz kentindeki Peter Cornelius Konservatuvarı´nda klasik gitar bölümünü kazandı. 2005 yılında klasik gitar öğretmeni olarak bu konservatuvardan mezun oldu. Albüm çalışmaları yanında bir de Zazaca deneme kitabı bulunmaktadır.

2005 yılında otantik müziğini Senfoni Orkestrası ile buluşturma fikrini hayata geçirdi. „Connections - Remayıse Munzuri“ adlı eserini Alman besteci Gerhard Fischer-Münster ile beraber işleyip Almanya da sergiledi. Alman basınında büyük ilgi gören bu eser, çeşitli Radio ve TV’de de yayınlandı. Bu çalışmaları dışında çeşitli belgesel filmlere de müzik yaptı: Barbara Trottnow, „Kadir - der Baumwollbauer“ (2003) ve „Emine aus İncesu“ (2005). "Kick off" 2009 - Hüseyin Tabak (Prodüktör Josef Aichholzer), „Iki Tutam Şaç“- 2010 Nezahat Gündoğan.

Diğer çalışmaları Agêrayis (1999), Kilıtê Kou (2003), Miraz (2005), Zernkut (2008), Pelguzar (2010), Petag ( Dersim Ermeni Hak Sarkıları 2010), Hayig (zazaca kitap-deneme, 2010), Repertuar (Sanatçının bugüne kadar söylediği tüm şarkıların nota ve sözlerini içeren kitap, 2012) ,Xoza (2013),

Venge Royi (2015) Siverekli şair ve söz yazarı Kadir Büyükkaya'nın bestelerini deneyimli müzisyenlerle birlikte icra eden Mikail Aslan'ın yeni albüm çalışması iki yıl süren titiz bir çalışmanın sonunda tamamlanabildi. Siverek'in geleneksel müziği açısından bir ilk olan ve bundan dolayı da tarihi öneme sahip bu albüm, kaybolmakla yüzyüze olan Siverek Dımılicesine yeni bir soluk aldırıyor.


Koma Hîvron, 2000'li yılların başında Êlîh(Batman)’de müzikle uğraşmaya başlamıştır. Bir süre sonra konserler veren grup yörede tanınmıştır. 2007 yılında 9 şarkının söz ve müziği gruba ait olan toplam 11 şarkıdan oluşan ilk albümlerini çıkarmışlardır. İlk olarak Rojda’dan duyduğumuz “Xeriba beyani” adlı anomin şarkıyı grup üyelerinden Nusret, annesinin yardımıyla gün ışığına çıkartmıştır




Hîvron 2000'li yılların başında Batman'da müzikle uğraşmaya başladı. Bir süre sonra konserler veren Hivron yörede tanındı. 2007 yılında 9 şarkının söz ve müziği ait olan toplam 11 şarkıdan oluşan ilk albümünü çıkardı. Nusret, annesinin yardımıyla gün ışığına anonim eserleri gün ışığına çıkartmaya çalışıyor. Kürt müziğini, Batı müziğinin farklı tarzlarıyla sentezleyip kendilerine özgün bir tarz oluşturmaya çalıştıklarını belirten Nusret ; Acıyı-tatlıyı, sevinci-hüznü, güzeli-çirkini, sevgiyi-nefreti kısacası insanı insan yapan bütün her şeyi içinde barındıran iç dünyamızdan beslenerek müzik yaptıklarını belirtiyor. Hîvron, Batman'da kürtçe müzik çalışmalarını sürdürüyor. Dinlediğimiz müzikte kendimizi kesinlikle sınırlandırmıyoruz. Dinlediğimiz her müziğin bize bir zenginlik kazandıracağına inanıyoruz. Nasıl ki bir yazar farklı kişileri okuyarak yazın ruhunu zenginleştiriyorsa, aynı şekilde bir müzisyen de müzik ruhunu değişik müzikleri dinleyerek zenginleştirir.

"Müziğin ruhunu, aşktan başka bir şeyle anlatamam" diyen Percy Bysshe Shelley, Umut Altıncağ'ın müziği ile olan ilişkisini tanır gibi konuşmuş.
28 Haziran 1974 hastaneye yetişmeden yolda dünyaya gelmiş Umut Altıncağ. Belki bu yüzdendir hayatında yolculuklar vazgeçilmez olmuş. Çocukluk ve gençliği Dersimde her sabah yüzünü güneşe dönen masal zamanlarında ve masal dilinde geçiyor. Çocuk yaştan itibaren eski Dersim kılamlarını köyün yaşlılarına söyleyerek bu Aşkın tılsımına değiyor.
Onun için müzik aslında ses ve nefes verirken sessiz olmaktır. Sonsuz armoni evrenin kendi sesidir sessizliğin içerisinde. Bu sessizliğin içerisinde bir arayıştır Umut şarkıları yaratmak ona göre.
Köy yaşlılarının onlara kendi ana dilleri olan Zazaki de anlattıkları masallarla büyür. ilkokul çağlarında Türkçe ile tanışıncaya kadar tek konuştuğu dil Zazaki olur. Dersimde 12 Eylül sonrası dönemin Belediyesi tarafından organize edilen bir etkinlik kapsamında söylediği bir Zazaki parça ile serüven onun icin başlar.

O dönemde hiç bir kimse büyük kitlelere Zazaki söylememiştir. Sanatçı o etkinlikte Zazaca bir parça söyleyerek herkesin gönlünü fetheder ve bununla birlikte insanlar kendi dilinde ilk defa alenen bir şarkı duyarlar ve zincerler bir yerinden kopar. Bu sevgi seli Onu bir halkın acısını, dilini, sevincini, hikayelerini söylemesi icin yollara düşürür. Ve İstanbul macerası başlamış olur. 1991 yılında halk müziğinin üstadı Arif Sağ ile tanışır ve onunla birlikte "Umut yüklü Bahar" albüm çalışmalarına başlarlar. O zamana kadar Barış Erdoğan olan sanatçı bu albümle birlikte Umut Altıncağ ismini alır. Istanbul macerasına 1996 yılında çıkardığı „Düşler Vadisi“ albümü eklenir.
Zorunlu olarak 1996 yılından itibaren bu sevdaya rotasını yurtdışına çevirerek devam eder. Yurtdışında sayısız etkinlik ve konserlerde bu sevdayı ilmek ilmek haykırır. Bu süreç içerisinde beslendiği topraklara ve o Aşka olan özlemini, biriktirdiği bestelerle Fuat Saka ile tanışır ve "Mevsimsiz kar" albümü doğar.
Sanatçının albümleri büyük yankı uyandırır ve hayran kitlesi Dersim sınırlarını ilk albümden itibaren aşar. Kendisi halen yurt dışında yaşamaktadır. *



Şehrâm Nâzırî , tüm Ortadoğu’ya sesiyle hayat vermiş, 1949 Kermanşah doğumlu bir sanatçı. İran klasik müziğinin sayılı ve saygın ustalarından. Özel bir yorumcu ve eşsiz bir müzisyen. İran’da Kürt bir anne ve babadan doğmuş müthiş gırtlaklı bir müzik azizi. Kamkars grubuyla birleştirdiği nefesi ve ‘sarsıcı’ eserlerine nakşettiği derin ruh; onu daha şimdiden dünya müzik literatürüne geçmiş bir müzik adamı haline getirmiştir.

İnanış odur ki, Nâzırî ‘nin sesini duyanlar, acem diyarının masalına koşulsuz dâhil olmuş sayılırlar.

“ Nâzırî ‘nin hançeresinden üflediği ateş; Mezopotamya’nın binlerce yıllık kadim hüznünden damıtılmıştır, yakıcılığı bundandır ve aynı dil’in söylediğidir aslında ondan duyduğumuz her nefes.”





Adı her ne kadar ingilizce shahram nazeri şeklinde yazılsa da (orijinal dili olan Farsça’da ve elbette ki Türkçe ve Kürtçede de) okunuşu Şehrâm Nâzırî şeklindedir. Biraz etimolojik olarak olaya bakarsak: şeh = şâh kelimesinin muhaffef şeklidir ve şâh anlamına gelir. Yani hükümdar, kral, imparator. Nâzırî; nâzır kelimesine aidiyet eki olan –î ekinin getirilmesiyle oluşmuştur. –î Kürtçe’de oralı, ordan, oraya ait anlamlarına taşır.

Şehrâm Nâzırî kullanımı üzerinde anlaştıktan sonra şunlar söylenilebilir: şehrâm nâzırî 1949 yılında iran’ın kirmanşâh eyaletinde dünyaya gelmiştir. ilk müzik eğitimini ailesinde alan nâzırî, henüz 8 yaşında “sufi ensembles” adlı gruba girmeyi başarmıştır. 11 yaşında iran televizyonunda sahne alan nâzırî, bunun hemen ardından geleneksel “redif” repertuarına dair eğitim almıştır. ilerleyen yaşlarında sufizme dair merakı iyiden iyiye artan nâzırî’nin önünde okyanus gibi bir literatür olduğunu bilmenizi isterim. bunların başında mevlevî literatürü gelmektedir ki mevlevîlik müzik ile birlikte anılmıştır daima. Feridüddin atar, Mevlânâ celâleddîn ve hafız i şîrâzî gibi filozofların eserlerine merak salan nâzırî, aynı zamanda iran’da bir gelenek olan “tasnif” türünde de eğitim almaya yönelmiştir.

İşte bu yönelişten sonra şehrâm nâzırî’nin hayatına üstad Abdullah devâmî dahil ve müdahil olmuş, akabinde Abdülali vezîrî, Celâl zülfünûn, ve son olarak çoook büyük üstad Muhammed rıza şeceryan kendisine hocalık yapmıştır. kendisi üzerinde en büyük etkiyi yapan da hiç şüphesiz büyük üstad Muhammed rıza şeceryan’dan başkası değildir.

Sufi geleneği çok iyi bilen ve müziğe en iyi aktaran isim olan muhammed rıza şeceryan’ın da etkisiyle iyice sufizme yönelen şehrâm nâzırî, bundan sonra kendi bestelerini, daha doğrusu tasniflerini yapmaya başlamıştır. bunların başında da mevlana celaleddin’in rubaileri ve divanında bulunan şiirler yer almıştır. bugün şehrâm nâzırî, farsça’da üç telli anlamına gelen “Setar” adlı çalgının saygın virtüözlerinden, iran klasik müziğinin sayılı ustalarındandır. amerika’dan rusya’ya kadar yüzlerce konser ve bbc’ye röportaj vermiştir.

Amerikanlı eleştirmen Dan Hicmon ” Nâzırî şiiri yorumladığında siz onu anlamıyorsunuz ve dilini de bilmiyorsunuz ama buna rağmen onun ne anlattığını anlarsınız. O doruklara çıktığında sizi de beraberinde doruklara çıkarır, aşağı indiğinde ise yine size de aynı duyguyu yaşatır” diyor.

2006 yılında New York’ta bulunan Metropoliten Müzesi’nde Doğu Kültür Mirasçısı ödülünü dönemin Birleşmiş Milletler Başkanının elinden alması, dünyanın her yerinde büyük bir dinleyici kitlesinin oluşması ya da BBC dâhil birçok uluslararası medya kuruluşunun dikkatini çekti…

Hiçbir şey Şehrâm Nâzırî için Kermanşah dağlarında annesinden dinlediği mesnevi beyitlerinin sükûneti kadar önemli olmadı hiçbir zaman.

Şehram, hançeresi gam yüklü olanların sesidir. Hüznün Farsçasıdır ya da sadece, yazıldığı gibi hiç okunamayan… Acının dili hep aynı, kalplerin sürgünlüğü de….


Son olarak albümlerini verelim û serkeftin! Buradanda birkaç albümünü indirebilirsiniz.
Kaynakça; 1234

Müziğe ilgili 2 üniversite öğrencisinin üniversite öğrenimi sırasında farklı bölümlere yönelse de müzikle olan ilişkilerini sürdürürken 2009 yılında yolları kesişiyor. Beraber müzik yapma kararı alan Yunus Orak ve Erdal Dağhan Teq û Req adlı bir müzik grubu kurarak çalışmalara başlıyor. Üç yıl sonra bu kolektif üretimin ilk ürünü olan “Keftuleft”i çıkarıyor. [tab] [content title="Keft û left albümü"] [/content] [content title="İmc tv Röportaj"]
[/content] [/tab]




Teq û Req, asıl olarak insanın varlığına, duygu bütünlüğüne yönelik şiddet temelli bir uygulama olan anadiller üzerindeki yasaklama ve baskılara karşı müzikal açıdan daha sert bir söylemle hard rock’a yöneliyor. Dilin varlığına katkı sağlamak amacıyla daha anlaşılır bir uslup ve güçlü bir vokal ile müzikseverlere sesleniyor.
Kendilerini “Bu ülkenin zencileri” olarak niteleyen grubun albümünde yer verdikleri blues ritimleri; hem grubun yenilikçi yanına hemde ötekileştirilen, yok sayılan, görmezden gelinen bir kesimin kültürel birikiminin gelişime açık yapısını gözler önüne seriyor, görünür kılıyor.


Erdoğan Emir , Dersim(Tunceli), Xozat(Hozat)’a bağlı Zimeq köyünde dünyaya gelen Kurmancî ve Zazakî müzik seslendiren sanatçıdır. Müzik ile olan tanışma süreci Grup Eylül Yağmurlarıyla başlamıştır.

Daha sonra Grup Gölge, Grup Sürgün , Grup Yelve son olarak ta Grup Munzur’la devam etmiştir. Kendi eserlerinin yanı sıra anonim ezgilerden oluşan Sad (Tanık) adlı ilk solo albümünü Kom Müzik’ten 2010 yılında çıkarmıştır.

İkinci Albümü Beref 2016 yılında çıktı. Benim şahsi görüşüm ilk albümdeki tadı vermediği yönde... Çok kıymetli ve dinlenmesi gereken bir insan/sanatçı olduğunu düşünüyorum.



90 Yıl klam söyleyerek inanılması güç bir rekor kıran yoksulluğun yetimliğin sembolü bir sanatçı. Kürt dengbejlik geleneğinin ünlü ustalarından Karabet ê Xaço (Garabet Haçadruyan) da, tüm ailesini 1915 soykırımında yitirmiş bir Ermeni yetimidir, bir soykırım mağdurudur. 1902 yılında Xerzan’da doğan Karapetê Xaço, Sultan II. Abdulhamid, Ermeni, Yezidi ve Asurlara yönelik katliam fermanını uygulamaya koyduğunda yedi yaşındadır. Köy yakmalar, toplu katliamlar ve tecridin günlük yaşamın bir parçası olduğu o günler için Xaço, “Hamidiye askerlerine her yerde ölüm melekleri de eşlik ediyordu. Ana evladına sahip çıkamıyordu. Hepimiz kıyamet gününün geldiğini düşünüyorduk.” diyor. 5 kişilik ailesini kaybettiği 1915 yılının 1 Mayıs gününü ise şöyle anlatıyor:

“Önce köpeklerin sesini, sonra da kapı sesini duyduk. Tahta kapımıza çok sert vuruyorlardı. Kapıyı açmak için ben gittim. Silahlı üç adam dışarıda duruyorlardı. Kürtçe konuşuyorlardı. Herkesi, köyün aşağısındaki dere kenarına götürdüler. Oraya başka Ermenileri de getirmişler. Hiç vakit kaybetmeden önce erkekleri, sonra kadınları öldürdüler. Sonunda bir parça insaf vicdanlarına girdi ki, bizi bıraktılar. ‘Sakın kimse evine geri dönmesin!’ diyerek de çocukları uyardılar.”




Karabetê Xaço ve kardeşleri bir süre Kürt köylerinde dilencilik yaparak karınlarını doyurdular. Hiç kimseye de Ermeni olduklarını söylemediler. Kürtçe bilmeleri onların kendilerini gizlemelerine yardımcı olmuştu. Karabet ê Xaço ve kardeşleri birlikte köy köy dolaşıp, tutunacak bir dal ararken farkına varmadan ilk stranlarını da öğrenmeye, yollarda söylemeye başladı. Kız kardeşi on iki yaşındayken, bir köylüyle evlenince o da o köyde çobanlık yapmaya başladı (Filitê Quto’nun köyü) ve birçok dengbêj, masalcı, güzel sesli dervişle karşılaştı.

Uzun kış gecelerinde, köy meclislerinde dengbêjlerin şevbêrklerine katıldı. Zamanla onun sesinin güzelliği fark edilince, o da köy meclislerinde stran söylemeye başladı. Ve kısa zamanda Xerzan köylerinde genç dengbêjin şöhreti yayıldı. Bir süre sonra, onu da bölgede düğünlere çağırdılar: “dengbêjliğe başladığım zaman artık gizli gizli ağlamayı bıraktım. Aç kaldığımda, birisi bana haksızlık yaptığı zaman, hatta erkek kardeşim on yaşında hastalıktan ölünce sadece stran söyledim“ diyor Xaço.

Sürgün ve katliamlar coğrafyasının kaderi Karapetin yakısını orada da bırakmadı. Şeyh Said isyanını ardından, sürgün ve katliama uğratılan Kürt aşiretleri ile birlikte Güneye göçetmek zorunda kaldı. Tekrar geriye dönmeleri için izin çıktığında ise nüfus kağıdı olmadığı için Qamışlı’da kalmak zorunda kaldı. O zamanlar Suriye Fransızların elindeydi. Yapılacak iş de olmadığı için de genç Karapet Fransız ordusuna katıldı ve tam 15 ay, 3 ay Kamuşlo, Derozor, Haseki gibi yerlerde Fransız ordusuna hizmet etti. Kendi anlatımına göre Komutanların hizmetçiliğini yapıyor, Onlara kahve yapıyor, ayakkabılarını siliyor, elbiselerini yıkayıp ütülüyor, böylece evinin geçimini
sağlıyordu.

2. Dünya savaşı sona erdiğinde barış yapılır ve Fransızlar ülkelerine dönerken, orduda hizmet verenlere, Fransa’ya birlikte dönme hakkı tanıdıklarını açıkladılar. Fransa’ya gelmek istemeyenler de Suriye’de kalabilir veya istedikleri yere gidebilirler dediler. Qarapetê Xaço ise “ülkesine yani Hayasdan’a gitmek istediğini” söyler. Xaço böylece, 15 yıl hizmetlerinin karşılığı olarak Fransız delegasyonunun aracılığıyla eşiyle birlikte Sovyet Ermenistan’a gönderilmiş olur. Kendi anlatımına göre Binbir zorlukla 1946’da Ermenistan’a ulaşabilir.

1950 yılında Erivan Radyosunun Kürtçe bölümüne katılır. Fakat Qarapet’i orada ilginç bir sürpriz beklemektedir. Radyo yöneticileri söylediği klamların ağalar, beyler ve allah üzerine söylendiği için, Sovyet sisteminde bunun yasak olduğunu söylemektedirler. “Ağaların, beylerin üzerine değilse peki ne üzerine klam söyleyeceğim, kızlar üzerine mi?” diye sorar Xaço, “hem bizdeki ağalık, toprağın zenginliğin üzerine değil, yiğitliğin, cengaverliğin üzerinedir” der. O zaman hareketli ezgiler, oyun havaları oku derler. Qarapet buna da şaşırır: “Erkek adam nasıl oyun havası söyler?” Derken ara yol bulunur, Qarapet ne biliyorsa, nasıl istiyorsa onu söyler, Radyo da sansürden ne kopardıysa onu yayınlar…

50 yıldır da onun sesi bu radyodan, daha sonra kasetlerinden tüm dünyadaki Kürtlerin yüreğine seslendi.

Qarapetê Xaço, Ermeni ve Kürt uluslarının birbiriyle kesişen, çatışan yazgılarının bir sembolu, ortak duyarlılıklarının bir sesiydi. 5 çocuk, 15 torun sahibi bu asırlık çınar göçtüğünde arkasında binlerce kılama sığmayan bir hoş seda, büyük bir kültürel miras bıraktı bizlere.

SÖZ, KLAM VE KÜRTLER

Her Kürt klamının doğasında acı ve ağıt vardır, ancak Kafkasya Kürtlerinin söylediği stranda bu acı ve hasret korkunç derecededir. Sürgünlerin yaşattığı bu acı, insana kendi acısını unutturacak niteliktedir. Ve tarihin izlerini taşıyan bütün bu sesleri zamanın paslı çarklarından söküp, kulaklarımızdan kalplerimize damıtan bir güç vardı ki, bu da kulaklarımıza sesten heykeller dikmiş ‘Erivan Radyosu’dur.

‘Erivan Radyosu’ derken hepimizin kafasında beliren isimlerin başında kuşkusuz o gelir; yani Xerabetê Xaço. Çocukluğumuzun dengbêjî, Kürt müziği ve sözlü edebiyatının ve bilcümle Kürt aydınının sınırsız borçlu olduğu söz ustası… Reşkotan Aşireti’nin hizmetkarı ve ‘Fileh’i…. Filîtê Quto Ailesi’nin Dengbêjî… Garzan ovasının turnası, Suriye’de Hesen Axayê Cizrawî’nin kadim dostu, Fransız ordusunun askeri ve Kafkasya’da ‘Xweşawazê Dengê Radyoya Erîvanê’ yani ‘Erivan Radyosu’nun hoş avazlısı…

Hafızası hala dipdiri olan ve “Bu topraklarda üzerime dengbêj tanımam” diyen Xerabet klam ustası. Klam, sözlü Kürt edebiyatının temel öğelerinden, kahramanlık, acı, aşk gibi temaların genellikle enstrümansız, sadece insan sesi ile edildiği halk ezgisidir.

Efsanevi denbêjîn, Kürtlerin yaşayan Homeros’unun evinin bulunduğu Salxoz köyü, kış şartlarında Erivan’dan bir saat uzakta. Solxoz, Eçmiedzin nahiyesine bağlı bir köy. Eçmiedzin ise bütün dünya Ermenilerinin dini merkezi ve Patrik Karekin II’nin de bulunduğu önemli bir mekan. Uluslararası Ermenistan Havaalanı’na yakın mesafede alçalıp yükselen uçakların motor gürültüsü her daim Solxoz köyünde kulakları tırmalar.

TARİHE TANIKLIK EDEN 102 YILLIK SERÜVEN

95 yıldır Kürtçe klam söyleyen 102 yıllık acılı efsanenin sahibi Xerabetê Xaço’nun anne ve babası Ermeni. 20. yüzyılın ilk senesinde Garzan ovasının Reşkotan mıntıkasında, bugünkü Kozluk ilçesine bağlı Bileyder köyünde dünyaya gelen Xerabet’in anne ve babası, kardeşlerinin gözü önünde Kürtlerin vatanında öldürülüyor. Sonra Kürt aşiret büyüklerinin meclislerinde, dengbêjlerin divanında ve stranbêjlerin mihricanında hazır bulunuyor. Yıllarca
onlara klam ve stran söylüyor. Şeyh Said’in Piran’dan başlayıp Diyarbekir içlerine yayılan savaşına, ‘Roma Reş’in nasıl kök kuruttuğuna şahit olur. Her dengbêjin gıdası olan derdi, çileyi ve acıyı ta o yıllarda yüreğine dağlamıştır. 25 yaşında, bir gece alıp başını sınırın güneyine geçer. Suriye’ye gider, oradaki Kürtlerin arasına. Kamışlo ve Hesiçe’de kalır. Bugün 60 yaşını geride bırakan oğlu Sêrop orada doğar. Xerabet orada da Kürtlerin dostudur; onların dengbêjleriyle dosttur.

Xerabet bundan 56 yıl önce, 1946 yılında Mahabad’da Kürt bayrağı semalarda dalgalanırken Erivan yolundadır. Gelir Erivan’a yerleşir, yine de Kürtler içindedir ve Kürtçe söyler. Bu kitabın temeli atılırken, yani bu yılın ilk günlerinde, “Ben buradayım ama beynim ve yüreğim oradadır hevalo! Görüyorsun anadilim olmasına karşın Ermenice’yi dahi düzgün konuşamıyorum. Ben Ermeniyim ama sahip ve koruyucularım Kürtlerdir” diyecektir Kevirbirî’ye. Kürtler için çok şey yapan bu söz ustası, hiçbir şey yapmadıysa da ömrü boyunca Kürtlerin diliyle, Kürtlerin acısını, ağıdını söyledi.

Zal û Dal bira bûn

Behra Wanê kaniya wan bû

Deşta Mûşî prêza hespê wan bû

Diyarbekir korta gidiya bû

Bismil cihê deveçiya bû

Bişêrî cihê kêf û hek û laqirdiya bû

Ridwana Bavê Temo cihê gewr û rinda bû

Rexşê Belek jî hespê wan bû

(Zal ve Dal kardeş idiler / Van Gölü kaynakları idi / Muş Ovası atlarını koşturdukları alan idi / Diyarbekir gidilerin merkezi idi / Bismil devecilerin yeri idi / Beşiri keyf, şaka ve eğlencenin mekanı idi / Temo’nun babasının Ridwan Köyü alımlı kızların köyü idi / Rexşê Belek de onların atı idi)

KÜRTDİL USTASINDAN KÜRTLERE SİTEM

Ve Xerabet, doksan yıldır klam okuyan dudaklarından bu hasret dolu mısraları döktükten sonra, susuyor. Belli ki, içinde bir yerleri acımış. Sonra, tarihin izleriyle dolu yüzünde bir acıma belirtisi ve gözlerinde buğu. Sitem ediyor bize, 50 milyon Kürde:

’50 milyon kurmanc nikare li min xwedî derkeve û min xwedî bike” (50 milyon Kürt bana sahip çıkamıyor, besleyemiyor beni…)

Bu bir çağrı, bir yakarış, bir emirdir! Hepimizi utandıran bu sözleri peki neden söylüyor Xerabet? Cevabı, altı gün boyunca divanına katılan, onu yeni nesillere tanıtan kitabın yazarı Salih’ten okuyalım:

“Oturduğumuz odadan içinde bulundukları durum apaçık seziliyordu. Yoksulluk ve çaresizlik her tarafa sinmiş görünüyordu. İki-üç sandalye ve yıkık dökük bir divan, camsız bir kab-kacak dolabı ve teneke bir odun sobası. Hava oldukça soğuk olmasına karşın, sobada sıcaklığın zerresi dahi yok. Sonradan Sêrop’tan öğreniyoruz ki, bir haftadır evlerinde sobaya atacak iki parça odun bile yok. Arada bir kapı açıldığında, keskin bir soğuk bedenimizi çepeçevre sarıyor. Yerde, kapı eşiğine bile serilemeyecek yırtık bir kilim parçası serili. Duvarda sayfaları iki sene önce koparılıp atılmış birkaç takvim. Benimle Siyabend arasındaki küçük sehpanın üzerinde kaset kapağı yerinde olmayan Sharp marka eski bir teyp… “

Kaynak; rojmedya




Mem Ararat 17 Eylül 1981 yılında Mardin’in Derik ilçesîne bağlı Girkê Şêxê mezrasında dünyaya geldi. 1989 yılına kadar bu mezrada yaşadı. Ekonomik sıkıntılardan dolayı ailesi 1989 yılında Türkiye’nin batısına göç etti. 1991 yılında ailesi birlikte köylerine geri dönen Mem ve ailesi 1994 yılında bu sefer siyasi nedenlerden dolayı göçe zorlandı ve aynı yıl Türkiye’nin batısına göç etti. Göçebelik hayatının ağır şartlarından dolayı eğitim hayatı ilkokul ile sınırlı kaldı. 2007 yılında memleketine geri döndü ve Mardin’in Kızıltepe ilçesine yerleşti. Çiftçilik, tarla işçiliği, inşaat işçiliği,esnaflık başta olmak üzere çok çeşitli işlerde çalıştı. Çocukluğundan beri müzikle ilgili olan Mem arkadaşlarının motivasyonu ve desteği ile 2014 yılında Qlung Ewr Û Baran (Turna Bulut Ve Yağmur) adlı albümüyle profesyonel müzik hayatına ilk adımını attı. 2016 yılının başlarında yayınlanan Kurdîka isimli albümle müzik kariyerine devam etti.
[img url="URL_link" width="Image_width" height="Image_height" rel="Image_rel" src="Image_URL_1"/]


Kayhan Kalhor (Farsça: كيهان كلهر) kamança ustası, besteci ve klasik Farsça-Kürtçe müzik ustası. 1963 yılında Tahran’da doğru. Karmenşah kökenlidir.

Yedi yaşındayken müzik çalışmalarına başladı. İran Ulusal Radyo ve Televizyon Orkestrası’nda on üç yaşından itibaren yer aldı. Birçok farklı öğretmenden eğitim aldı ve redif öğrendi, daha sonra Fars müziği etkilerinin olduğu Türk müziği icra edilen Horasan’a gitti. 20 yaşındayken Muhammed Rıza Lütfi’nin yanında çalışmalarına devam etti. Sonraki dönemlerde klasik müzik öğrenmek için Roma ve Ottawa’ya gitti. Bu sıralar Aynur Doğan, Cemil Qoçgirî gibi sanatçılarla yoğun çalışmaları söz konusu.



Sizin müziğinizde genellikle hep bir içtenlik, bir derinlik duygusu var. Müzik biçiminizi belirleyen şey nedir?

Bir müzisyen olarak hayatım boyunca kendimi sesle ifade edebilecek farklı yollar ve diller aradım. Müziğimi tek bir tarz içinde kategorize etmek çok zor… Ne zaman yeni bir projeye başlayacak olsam; kendimi ifade edebileceğim yeni bir yol arıyorum. Müziğin oluşmasında etkin olan etmenler her zaman aynı; sade bir ses ve sözleri seslendirebilecek kadar yeterli teknik… Ama daha da önemlisi fikir ve yön… Fikir, her zaman ve her sanatta oluşumun önünde gelir. Bizim müzik kültürümüzde, ki bizim müzik kültürümüz (Doğu müziği) doğaçlamaya dayanır, fikir ve gerçeklik arasındaki uzaklık çok azdır. Çünkü bizim müzik kültürümüzde bir şey düşünürsün ve onu o anda, orada sergilersin/okursun/söylersin. Böylelikle daha içten ve daha sade/öz olur. Sanırım tarzlar arasında gezindim ve kendimi herhangi bir tarzla sınırlamadım. Ancak ses çok önemlidir. Bence bir müzisyenin sesi kullanış şekli ve sesi sessizlikle kombine ediş şekli az önce bahsettiğimiz dilin çeşidini/tarzını oluşturur.

Müziğe bakışınız nasıl? Müzik, sizin için ne ifade ediyor?

Bu soruya verilebilecek kısa bir cevap yok… Müzik, insan hayatının en önemli parçalarından… Fikirlerimizi, hatıralarımızı, eğlencelerimizi müzikle bağdaştırırız. Benim için hayat müziktir ve müzik sadece insan veya enstrüman sesiyle olmak zorunda değildir. Sese bu şekilde bakarsanız; yağmurun, denizin ve kuşların sesi de müzik olur ve içinizde bir duygu oluşturur. Biz müzisyenler, doğal seslerin güzelliğini enstrümanlarımızın sesine dönüştürürüz ve ruh halimize, duygularımıza göre ritimlerle, melodilerle kombine ederiz. Bu yüzden iyi bir müzisyen olmak çok zordur, çünkü hayatın seslerini taklit ediyorsunuz. İyi bir müzisyen bu sesleri başkalarına öyle bir aktarır ki; hayatın ve yaratılışın güzelliği anlaşılır. Bu sebeple, müzisyen dinleyicide bu duyguyu oluşturabildiği müddetçe bu bağ çok önemlidir. Yani, müziğin sesi, yaratıcımızın veya kendisinden geldiğimiz ve yine ona döneceğimiz yerin sesidir.

Müzisyenliğin sizi tamamladığını söyleyebilir miyiz? Yani eğer müzikle uğraşmıyor olsaydınız neler yapardınız, nasıl hissederdiniz?

Kesinlikle… Müziksiz ne olurdum veya müzisyen olmasaydım ne yapardım düşünemiyorum bile. Maalesef günümüzün modern dünyasında müzisyenlik, mesleğimiz oluyor; yani bir geçinme aracı, ama hayatını müzikle geçirmiş çoğu müzisyen için müzik, nefes almak gibidir. Yaşlandıkça müziğin hayatımda gittikçe daha önemli bir noktaya geldiğini görüyorum ve kendimi artık müzikten ayıramıyorum. Gün geçtikçe daha da derinleşip ciddileşiyor. İnsanlar gelip geçer. Arkadaşlarınızı veya aile üyelerinizi kaybedebilirsiniz, ancak kendinizi ve düşüncelerinizi ifade ettiğiniz enstrümanınız sürekli hayatınızın bir parçası olarak kalır.

İran kültürü ve tabi müziği, belki de “Doğulu” yakıştırmasına yakışan en iyi örneklerin başında geliyor. İran’ın o motifi sizi nasıl besliyor?

Bence tüm kültürlerde müzik ve arkasındaki felsefe aynıdır. Bizler müziği belli bir kültürel filtreye göre algılıyoruz ve oluşturuyoruz, ancak bu başkalarının da bu şekilde yapmadığı anlamına gelmiyor. Bence İran müziği en eski sanat türlerinden ama diğer türler veya yeni türler de güzel ve derin olabilir. Dediğim gibi, müzik tek bir müziksel kültür veya tarz bir müzisyeni tanımlamaz ve tanımlamamalı da. Mesela benim için İran müziği ana kaynaktır; ama bu düşüncem başka müzikleri veya tarzları öğrenmemi, görmemi engellemedi. Bence hepimiz akrabayız ve sürekli birbirimizden bir şeyler öğreniyoruz. Dünyanın farklı bölgelerindeki müzikler tıpkı farklı diller ve farklı görünüşler gibidir; ama neticede hepimiz insanız ve diller de iletişim araçlarıdır. Belki de bu yüzden sürekli dünyanın farklı yerlerindeki ortak müzik projelerine katılıyorum, böylelikle de sürekli başkalarından tecrübe ediniyor ve bunları da kendi müzik tarzıma dönüştürebilmiş oluyorum.

Bazı ülkelerdeki müzisyenlerle ortak çalışmalar yürütüyorsunuz. Bu tarz seçimlerinizde tercihlerinizi neler belirliyor?

Sanırım önce müziklerinin derinliğine bakıyorum. Sadece müzisyen olarak değil, bir insan olarak da kendi ülkelerinde kendi kültürlerinde saygı duyuluyorlar mı ona bakıyorum. Ayrıca aşağı yukarı benimle tecrübe olarak, kariyer olarak aynı seviyede olmalarını isterim. Mesela 90 yaşında bir usta müzisyenle ortak proje yapmaktansa oturup onu dinlemeyi tercih ederim. Sanırım bazı müzisyenler için rahatı bırakıp başka bir dünyanın müziğini, seslerini, fikirlerini görmek öğrenmek çok zor. Başka kültürlerin müzisyenleriyle çalışmanın beni cezbetmesinin farklı sebepleri var. Başka bir faktör de, uzun süreliğine başladığım müzikal projelerinde bırakmadan devam etmeyi severim. Bir şeye başlayıp onu geliştirip büyümesine ve olgunlaşmasına yardımcı olmak hoşuma gidiyor. Doğal olarak bunu müzikte çok ustalaşmış birisiyle yapamazsınız. Sadece müziksel bir diyalog kurmaktan ziyade, çalıştığım kişilerle yakınlaşıp arkadaş olmak, aileleriyle tanışmak isterim. Öğrencilerle öğrenci gibi yaşayıp, projeyi gidebildiği yere kadar götürmek isterim. Benim için her proje ömürlüktür. Bu yüzden hayatım da sadece bir kaç proje yapabildim.

Anadolu müziği ile İran müziği arasında ne gibi bağlar var? Türk müzisyenlerle de çalıştınız size ne gibi yeni kazanımlar sağladı bu tarz ortak çalışmalar?

Antropolojik bölge olarak baktığımızda Türk müziğiyle Kürt müziği arasında sıkı bir bağ var. Alevi müziğinin Kürdistan diye bildiğimiz İran’ın batısıyla çok ortak noktası var. İran ve Türk kültüründe; hayat, ideoloji, dil, kültür ve daha birçok alanda her şeyimiz ya aynı ya da çok benzer. Aynı zamanda Fars ve Osmanlı müzik kültürü birbiriyle çok ilintili… Örneğin 16. ve 17. yüzyılda Osmanlı sınırları içinde İstanbul`da yaşamış çok sayıda İranlı müzisyen ve bestekâr var. İki kültürde de ortak bulunan sufilik düşüncesi ve çok sayıda sufi şair vesilesiyle ortak birçok noktamız var. Maalesef çoğu kez kültür üzerine çalışırken, kültürü bölgelere, dillere ve coğrafik sınırlara göre bölerek hata yapıyoruz. Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan önce bile komşuyduk ve çok uzun zamandır etnik kimliğimiz, yaşadığımız ülke ne olursa olsun hep komşuyduk. Bu sebeple birçok şeyimiz birbirine çok yakın. Hep bir arada yaşadık, savaşlar gördük, evlilikler yaptık; ama her zaman birbirimizin varlığına ve kültürüne saygı duyduk.

Anadolu müziğiyle ilgili deneyimim Erdal Erzincan gibi büyük bir ustayla karşılaştığımdan beri çok büyüktür. Kendisi sadece usta bir müzisyen değil aynı zamanda büyük bir öğretmen ve insan. Kendisinden çok şey öğrendim; sadece müzik değil, kültürü ve kültürlerin birbirinden nasıl etkilendiğini de ondan öğrendim. Öğrencilerine nasıl değer verdiğine ve onlarla nasıl birlikte yaşadığına şahit oldum. Müziği hayatının her anında nasıl yaşadığını gördüm. Sanırım cevap evet ve öğrendim, öğrenmeye de devam ediyorum.

Bu projeyle öğrendiğim diğer önemli bir şey de, Anadolu müziğinin nasıl canlı ve renkli olduğunu, Türk milletinin ne kadar müziğe yatkın olduğunu gördüm. Bu kadar ülke gezip gördükten sonra rahatlıkla söyleyebilirim ki, Türk milleti müziğe en yatkın ve en çok müzik seven milletlerden birisi.

Film müzikleri de yapıyorsunuz. Burada hikâye mi önemli yoksa sizin hissettikleriniz mi?

Öncelikle senaryoyu ve yönetmeni çok sevmiş olmam lazım. Çoğu yönetmen müziğe dikkat etmiyor, müziği bilmiyor. Onlar için müzik filmi daha çekici hale getirecek bir araç… Bu da onlarla çalışmayı çok zorlaştırıyor. Bazen son dakikada gelip her şeyinizi bırakıp onlara kusursuz mükemmel bir müzik hazırlamanızı bekliyorlar ama bu imkânsız. Benim güzel bir müzik yapabilmem için, konu hakkında düşünmem, filmle yakınlık kurmam ve yönetmenin aklında geçenleri anlayabilmem lazım, ki böylece yönetmenin zihninden geçenleri ifade edebilen bir enstrüman olabileyim. Bu sebepler yüzünden birçok film projesini reddettim ve seçici olup yönetmenle uyuşabildiğimi hissettiğim filmler için çalıştım.

Turnelere çıkıyorsunuz çeşitli ülkeler geziyorsunuz. Ne gibi tepkiler alıyorsunuz? Müzik gerçekten evrensel mi?

Müzik kesinlikle evrensel… Dünyanın her yerinde ya amatör bir şekilde ya da profesyonel bir şekilde kendilerini müzik yoluyla ifade etmeye çalışan insanlar görürsünüz. Daha önce dediğim gibi, müzik hayatın kendisidir ve her toplumda müzik vardır, çünkü müzik insanlar için hayatlarını ve düşüncelerini aktarmak için en güzel sanatlardan birisidir.

Son olarak Türkiye’deki hayranlarınıza neler söylemek istersiniz?

Kendilerine müziğe duydukları ilgiden ötürü çok teşekkür ediyorum. Yaşları ve yaşadıkları yerlerin uzaklıkları ne kadar olursa olsun söylediklerinizi dinlemek için gelen insanları görmenin verdiği hazzı tarif edemem. Onlara her zaman müteşekkirim. Daha önce de söylediğim gibi, bence Türkler müziği en fazla seven milletlerden birisi. Türkiye’de sahneye çıktığım her organizasyonda onlarla birlikte olmak çok güzel ve çok değerli; beni dinledikleri için onlara müteşekkir olduğumu ifade etmek isterim.

Kaynak: Anadolu Gençlik Dergisi Aralık Sayısı.


Bro Omerî 1942 yılında Nusaybin’in Omeyra bölgesinde Çalı köyünde dünyaya geldi. 1944 – 1948 yılları arasında ailesi Anadolu’ya sürgün edilince Suriye’ye göç etmek zorunda kaldılar. 1948 yılında ailesi sürgünden dönünce, yurtlarına döndüler, Omeyran bölgesine. 1952 – 1948 yıllarında Cibilgirawe köyünde ilkokula başladı. Öğrenimine sırasıyla Nusaybin, Mardin Ve Adana’da devam etti. 1967 yılında İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesinden mezun oldu. 1974’de Şişli Etfal Hastanesinde uzmanlığını yaptı ve Genel Cerrah oldu.1978’de Genel Cerrahi Uzmanı olduktan sonra aynı yıl Mardin’e geldi ve Mardin Devlet Hastanesi’nde Göreve başladı. 1980 yılına kadar hem Hastanede başhekimlik hem de Sağlık Müdürlüğü yaptı. Bro Omeri, Mardin Bölgesinin ilk operatörüydü ve Kürtlerin yoğunlukta yaşadığı değişik bölgelerde çalışmalarını sürdürdü.1980 Askeri darbesinde gözaltına alındı. Serbest bırakıldıktan sonra Mardin’in Kızıltepe ilçesinde çalıştı. 2002 yılında emekli oldu ve Nusaybin’e yerleşti. Çok sayıda gazete ve dergilerde Bro Omerî adıyla şiir, öykü ve makaleleri yayımlandı. Yazar 2007 yılında geçirdiği kalp krizi nedeniyle aramızdan ayrıldı.



Albüm Tanıtımı: Kadim bir halk hazinesi olan şiiri, coşku, hüzün, serzeniş ve umutların melodisiyle harmanlayarak zenginleştiren bu eser, aslında Kürtler için de bir ilki temsil ediyor; ulusu ölümsüzleştiren ölümsüz şairlerin hak ettiği derin saygıyı gözler önüne seren ve değerlerimize sahip çıkmanın önemini hatırlatan bir temsil bu.Doktor, şair ve yazar kimlikleriyle halkına hizmet etmeyi görev bilmiş biri olarak Bro Omerî, gençlerimize rehberlik edebilecek eşsiz bir örnek. Onun gönüllerdeki yerini ve şiirini taze tutabilmek, gelecek umutlarının taze kalması anlamına geliyor. Bu tür çalışmaların sayısı arttıkça, Kürt halkının umutları da yükselecektir.

Bro Omeri’nin Klasik Şiir anlayışıyla yazdığı şiirlerdeki imge zenginliği, mısralarına birer kaynak niteliği kazandırmıştır. Mısraların imgeler ardına gizlediği esrarlı mesajlarla bizi bize anlatan bu değerli şairimize ve onun şahsında bütün şairlere karşı bir vefa borcu olarak, Bro Omerî’nin şiirleri Kürt sanatçılar tarafından bestelenerek PEŞK (Ji bo bîranîna BRO OMERÎ) albümünde toplandı. Bu şarkılar poptan rock’a, blues’tan caza, modernden alternatife kadar, güçlü bir ahenk ile akıyor. Kalan Müzik tarafından, 23 eserden oluşan (ikisi enstrümantal ve şairin kendi sesinden okuduğu şiirler) iki cd olarak yayınlanan albüme;

Beste ve yorumlarıyla:

Agit Işık, Nizamettin Arıç, Kerem Gerdenzeri (Koma Wetan), Mehmet Atlı, Mirady, Çarnewa(Süleyman), Mehmet Akbaş, Sîmir Rûdan, Tara Jaff, Dodan, Tara Mamedova, Issa Hassan, Sakina Tenya&Anadolu Quartet, Ferec(Reh Fuat), Yekbûn, Lawje, Ruşen Alkar, Sedat Anar, Diljen Ronî, Xeyal, Dr. Ahmet Kaya, Fikri Kutlay, Dara Yıldırım’ın ve yüz elli müzik emekçisi katkıda bulundu. Eserler sayesinde, Kürtçe müziğin mevcut müzikal formlarını yıkmayı ve bu yolla tüm müzik türleri üzerine köprüler inşa edilmesi hedeflendi. 2007 yılında kaybettiğimiz değerli Kürt şairi Bro Omerî’nin şiirleri ölümsüzlüğe atılmış bir çığlık gibi çınlayacak kulaklarımızda… Toprağımızın muhtaç olduğu yağmur damlaları gibi filizlenecek yüreklerimizde…
Birlik ve beraberliğe her zamankinden daha muhtaç olduğumuz bu günlerde hazırlanan PEŞK adlı özverili çalışmayı, tıpkı adı gibi yağmur taneciklerine dönüşüp yüreklerinize damlaması umuduyla, Bro Omerî ve bütün şairlerin anısına ithaf ediyoruz …

CD 1
1.       Sersal (Bro Omeri)
2.       Dilo (Nizamettin Ariç)
3.       Peyman Ji Yare (Sakina&Anadolu Quartet)
4.       Kone Serxwebune (Lawje)
5.       Her Warek Bi Bilbilek (Tara Jaff)
6.       Keça Peri (Issa Hassan)
7.       Rojen Tari (Agit Işık)
8.       Newroz (Tara Mamedova)
9.       Keça Kurd (Sedat Anar)
10.   Yar Çü Gere (Ruşen Alkar)
11.   Evindarim (Diljen Roni)

CD 2
1.       Brakuji (Bro Omeri)
2.       Keça Peri (Kerem Gerdenzeri)
3.       Helbesta Benav (Dodan Özer)
4.       Evindarim (Mirady)
5.       Şervane Kurd Im (Yekbun)
6.       Rewşa Welet (Mehmet Atlı)
7.       Gori (Ferec)
8.       Nalebar (Xeyal)
9.       Berfin (Simir Rudan)
10.   Şehid ü Gazi (Mehmet Akbaş)
11.   Pesne Yare (Süleyman Çarnewa)
12.   Daxwaziya Dawi (Dara Yıldırım)


[accordion] [item title="Accordion 1"]1. Sersal (Bro Omeri)
 2. Dilo (Nizamettin Ariç)
3. Peyman Ji Yare (Sakina&Anadolu Quartet)
4. Kone Serxwebune (Lawje)
5. Her Warek Bi Bilbilek (Tara Jaff)
6. Keça Peri (Issa Hassan)
7. Rojen Tari (Agit Işık)
8. Newroz (Tara Mamedova)
9. Keça Kurd (Sedat Anar)
10. Yar Çü Gere (Ruşen Alkar)
11. Evindarim (Diljen Roni)[/item]
 [item title="Accordion 2"]CD 2 1. Brakuji (Bro Omeri) 2. Keça Peri (Kerem Gerdenzeri) 3. Helbesta Benav (Dodan Özer) 4. Evindarim (Mirady) 5. Şervane Kurd Im (Yekbun) 6. Rewşa Welet (Mehmet Atlı) 7. Gori (Ferec) 8. Nalebar (Xeyal) 9. Berfin (Simir Rudan) 10. Şehid ü Gazi (Mehmet Akbaş) 11. Pesne Yare (Süleyman Çarnewa) 12. Daxwaziya Dawi (Dara Yıldırım)[/item] [/accordion]


Kürt müziğinin sadece dengbêjlikten oluşmadığını gözler önüne seren ve Mem û Zîn’den günümüze Kürt kültürünün ve kimliğinin önemli bir parçasını oluşturan Kürt Sanat Müziği, H. Mem’in öncülüğünde Zana Farqînî, Miraz Ronî ve Şefik Beyaz’ın 4 yıllık bir çalışması sonucu Kürt Saray Müziği (Mûzîka Sarayê ya Kurdî) ismiyle kitaplaştı. Türkçe, Kürtçenin Kurmancî ve Soranî lehçeleri ile İngilizce ve Arapça çevirisi yapılan kitabın isimi ise Sosyolog İsmail Beşikçi’nin önerisi.

 Bilinenin aksine sadece sözlü dengbêjlik geleneğine dayalı olmayan Kürt müziğinin en zengin kaynaklarından olan Kürt Sanat Müziği, tarihin tozlu raflarından indirildi. Kürt kültürünün ve kimliğinin önemli bir parçasını oluşturan Kürt Sanat Müziği 4 yıllık bir, çalışmanın ardından Kom Müzik tarafından ‘Mûzîka Sarayê ya Kurdî’ adıyla kitaplaştırıldı. Kitabı hazırlayan H. Mem önemli bir ilke imza atıyor. Kendi alanında bir ilk olan Kitap, Kürt müziğinin pek bilinmeyen bir türünü, zengin bir Kürt sanat müziğinin varlığını açığa çıkarıyor. H. Mem’nin öncülük ettiği, Zana Farqînî, Miraz Ronî ve Şefik Beyaz projenin tasarlanmasında ve yürütülmesinde yer aldı. Kitap Ehmedê Xanî’nin Mem û Zîn adlı eserinde adı geçen Kürt Sanat Müziği’nin makamların ve enstrümanlarını tespit ederek hazırlandı.

 

Kitap 4 dilde yayınlandı 
Türkçe, Kürtçenin Kurmancî ve Soranî lehçeleri, Arapça ile İngilizce çevirisi yapılan kitap, büyük bir projenin parçası olarak görülüyor. Projenin ana bölümü Ehmedê Xanî’nin Mem û Zîn tasarımında adı geçen makamların sahnelenme kurgusuna uygun olarak yapılan bestelerden oluşuyor. Kitabın ilk birinci safhasında Mem û Zîn kitabının on simge sayısının müzik makamları yapı tekniğinde de olması gerektiği yönelirken, ikinci safhasında ise Kürtlerin yaşam coğrafyasında bahsi geçen makamların yaşayıp veya yaşatılıp yaşatılmadığı araştırıldı. Bu çerçevede Kürtlerin yaşadığı 4 parçada araştırma yapıldı. Kitapta ek 12 eserden oluşan bir CD’de bulunuyor.

 12 makam yeniden bestelendi
 Müzisyen Behrûz Rezaî, Evina Xanî (Xani’nin Sevdası), Dûrî (Uzaklık), Dengî (Sesli), Dîl (Tutsak), Rizgarî (Kurtuluş), Êşa Memê (Mem’in Acısı), Serkeftin (Başarı), Şahî (Şölen), Neviyê Baba (Babanın Torunu), Bayê Êşqê (Sevda Yeli) ve Newroz tespit edilen 12 makamı yeniden besteledi.

‘Kürt Saray Müziği adı İsmail Beşikçi’nin önerisi’  
Kitabı yaratıcılarından aynı zamanda en geniş Kürtçe-Türkçe sözlüğün hazırlayıcısı Kürt Dilbilimci Zana Farqînî, çalışmanın kolektif bir çalışma olduğunu söyleyerek, bir yönünü teorik diğer yönünün ise müziğin pratikleşmesi olduğunu belirtti. Êhmede Xanî’nin Mem û Zîn eserinde, müziğin makamından teriminden ve müziğin enstrümanlarını anlattığını dile getiren Farqînî, o nedenle Kürt müziğinin tarihini de ele aldıklarının vurguladı. Kitabın İsmini Yazar İsmail Beşikçi’nin önerdiğini dile getiren Farqînî, ‘Yazar İsmail Beşikçi’nin önerisi üzerine Kürt Saray Müziği adını uygun gördük. Kürt Saray Müziği adını vermemiz çok önemli. Kürt halkı tarih hakkında yeterince bilgi sahibi değil. Bilgi sahibi olanlarda Kürt müziğinin zenginliğini bilmiyor’ dedi.
‘Eski makamlarla yeni besteler yapmak istedik’ 
 Êhmedê Xanî’nin Mem û Zîn eserinin 1695’te tamamlandığını sözlerine ekleyen Farqînî, eserde Kürt müziğinin makamından söz edildiğini dile getirdi. Eserin makamlarını araştırdıklarını belirten Farqînî, ‘O makamlarla yeni besteler yapmak istedik. Kürt müziğinin geçmişine dikkat çekmek istedik. Kim o müziğini makamına, otantiğine, enstrümanlarına göre daha uygun beteler yapabilir diye düşündük’ diye konuştu. Kürt saraylarını anlatmak istediklerini vurgulayan Şeref Xan’ın sarayının, Bedirxan ailesinin ait Birca Belek’in İshak Paşanır saraylarının Kürt sarayları olduğunun altını çizen Farqînî, bu sarayların Kürt müziğinde çok önemli yeri olduğunu dile getirdi. 

‘Türk Sanat Müziği’nin yüzde 60’ı Kürt Sanat Müziği’nin makamlarından oluşuyor’ 
 Türkiye’nin en önemli müzik otoritelerinden Prof. Dr. Mustafa Erduran Surat’ın sanat müziği repertuarı üzerine yaptığı araştırmaya göre; TRT’nin repertuarı yüzde 40 Kürt makamı, yüzde 20’sinin ise Mezopotamya makamından oluştuğunu hatırlatan Farqînî, Surat’ın bir çok yerde yaptığı değerlendirmede ise Türk Sanat Müziği denilen müzik türünün aslında Kürt Sanat Müziği olduğunu dile getirdiğini belirtti.

Dede, oğul ve torunun sürdürdüğü 3 kuşak müzik 
 Kürt müziğinin ve Mezopotamya müziğinin tarihinde Musulîyan ailesine rastlandığını vurgulayan Farqînî, Kürtlerin bu ailenin Kürt olduğunu bilmediğini belirtti. Farqînî, kimilerine göre Yahudi Kürt, kimilerine göre de yezidi Kürt kökenli olan müzik ustası İbrahim Mehdi Musulî’nin, İslam Abbasi Devleti döneminde Pythagoras’ın müzik teorisini geliştirdiğine dikkat çekti. Farqînî, ‘Halife Harun Reşit himayesinde ilk müzik okulunu kuran İbrahim Mehdi, ses dizgeleri teorisi ve ses aletlerinin gelişmesi için çok ciddi çalışma yürüttü. Öğrencisi olan oğlu İshak Musulî babasını eğitimindeki ebcet, notalı yazma tekniğini geliştirdi. İshak Musulî’nin Hammad aile müzik ekolunu devam ettirdi’ şeklinde ifade etti. Afrika üzerinden İspanya Endülüs’e göç eden ve gitarın babası olarak bilinen Ziryap’ında Musulîyan ailesinin yanında yetişen Musul Kürtlerinden olduğunu sözlerine ekleyen Farqînî, Ziryap’ın ud sazına beşinci teli ilave edip mızrabı ilk kullanan ve flamenkoyu yaratan kişi olduğunu dile getirdi.

Safiye ALAĞAŞ
DİHA



1980 almanya doğumlu Qoçgirî kökenli Cemil Koçgün, bir çok ozana yurt edinmiş olan bölgesinin (sivas / İmranlı-Zara) karekteristik özelliklerini taşımanın haklı gururunu yaşıyor. Aileden gelen saz çalma geleneği, Cemil’i de etkilemiş ve küçük yaşlardan itibaren sazla haşır neşir olmuş. Bağlamayla olan tanışıklığını ve sürecindeki birikimini, sanatçı Mikail Aslan’dan aldığı müzik teorisi dersleri ile pekiştirir. 2001 yılından itibaren ‘Mikail Aslan Ensemble’ de yer alan Koçgün, sanatçının ‘Kılite Kou’ adlı albümüne de sazıyla eşlik eder. Daha sonra Ahmet Aslan’ın ‘Va u Waxt’ isimli çalışmasında, Koçgirili Alişer Efendiye ait olan ‘Birlik Zamanıdır’ adlı şiiri besteleyip okur. Mikail Aslan, Cemil Koçgün’ü şöyle anlatıyor: ‘Cemil çok genç olmasına ve Avrupa’da doğup büyümesine rağmen, bağlamaya olan hakimiyeti ile bizleri şaşırtıyor. Binlerce yıllık otantik halk müziğimizin mirası, onun parmaklarında pamuk yumuşaklığında bir sihire dönüşüyor.’

 İlk Albümü Aşkı Pervâz hakkında kendisinin görüşü şu yönde: Aşk-ı Pervaz, ilk ürünümüz, oraya tüm heyecanımızı, sevgimizi, yapamadığımızı, acemiliğimizi aktardık. Tabii ki onun hemen değerlendirmesi yapılmıyor. Biraz zaman geçmesi lazım. Bu olgunlaşmam, tecrübemle ilgili. Şimdi değerlendirdiğimde doğru yaptığımızı görüyorum. O zaman 22 yaşındaydım. Dinleyicilerin, özellikle gençlerin ilgisini çekti. Çünkü modern ve geleneksel tınıların birbirini rahatsız etmeden, doğru hesaplanmış bir buluşması var.

İkinci Albümü Heya'yı 2007'de çıkardı. Heya'yı üzerine düşünceleri: İlk albüm Doğu-Batı tınılarından oluşan bir yolculuk. Yani bir aşkı keşfedip onun peşinden yürümek, ışığa doğru yürümek… İlk heyecanda yolculuğun içinden bir şey göremezsin, bir hız içindesin çünkü. Tabii yaş ilerledikçe, tecrübe, farklı çevrelerle çalışmak da önemli… Adına Qizilbaş şarkıları dedik. Çünkü yabancılara da açılmak, bu müziği onlara da tanıtmak istedik. Ayrıca 2005 yılında Dêrsîm coğrafyasını dolaşıp yaşlıları kaydettik. Sarraf belgeseli. Heya’da bunun etkisi de oldu. Yaşlılarla oturup-kalkmak, onların kokusunu almak etkili oldu albümde. Onların gördüklerinin, yaşadıklarının çok faydası oldu. Silo Qiz, Firik Dede gibi yaşlılarımız, beni bir adım daha öne taşıdı. Heya için Qoçgîrî, Dêrsîm ve Erzincan yörelerinde epey araştırma yaptık. Heya’da daha çok geleneksel tınıları işledik. Tembur, tef, erbane, mey, kaval gibi enstrümanları kendi doğal halleri ile işledik. Dinamik bir düzenleme oldu.

Üçüncü Albüm Hiva zerî/Altın ay bana göre artık pişmişliğin ürünü. Bu albümü 2012'de çıkmıştır. Kısaca ne kadar beğendiğimi şöyle açıklayayım: yıllardır telefonum albümden bir parçanın girişi olan Bertî çalar.


2015 Yılında Tara Jaff ile Tembur&Harp albümüne imza atmıştır. İnternet ortamında sadece intro ve birkaç konser kaydı bulunuyor.

Son olarak Hawniyaz adlı bir grupta Aynur & Kayhan Kalhor & Salman Gambarov ile beraber çalışmıştır. Sanırım bu grubun temelleri Almanya'da yapılan Morgenland Festivalinde atılmış. Son olarak o festivale ait videoları paylaşarak paylaşımı sonlandırayım.

MKRdezign

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget