Kayhan Kalhor: Müziğin sesi, geldiğimiz ve yine ona döneceğimiz yerin sesidir


Kayhan Kalhor (Farsça: كيهان كلهر) kamança ustası, besteci ve klasik Farsça-Kürtçe müzik ustası. 1963 yılında Tahran’da doğru. Karmenşah kökenlidir.

Yedi yaşındayken müzik çalışmalarına başladı. İran Ulusal Radyo ve Televizyon Orkestrası’nda on üç yaşından itibaren yer aldı. Birçok farklı öğretmenden eğitim aldı ve redif öğrendi, daha sonra Fars müziği etkilerinin olduğu Türk müziği icra edilen Horasan’a gitti. 20 yaşındayken Muhammed Rıza Lütfi’nin yanında çalışmalarına devam etti. Sonraki dönemlerde klasik müzik öğrenmek için Roma ve Ottawa’ya gitti. Bu sıralar Aynur Doğan, Cemil Qoçgirî gibi sanatçılarla yoğun çalışmaları söz konusu.



Sizin müziğinizde genellikle hep bir içtenlik, bir derinlik duygusu var. Müzik biçiminizi belirleyen şey nedir?

Bir müzisyen olarak hayatım boyunca kendimi sesle ifade edebilecek farklı yollar ve diller aradım. Müziğimi tek bir tarz içinde kategorize etmek çok zor… Ne zaman yeni bir projeye başlayacak olsam; kendimi ifade edebileceğim yeni bir yol arıyorum. Müziğin oluşmasında etkin olan etmenler her zaman aynı; sade bir ses ve sözleri seslendirebilecek kadar yeterli teknik… Ama daha da önemlisi fikir ve yön… Fikir, her zaman ve her sanatta oluşumun önünde gelir. Bizim müzik kültürümüzde, ki bizim müzik kültürümüz (Doğu müziği) doğaçlamaya dayanır, fikir ve gerçeklik arasındaki uzaklık çok azdır. Çünkü bizim müzik kültürümüzde bir şey düşünürsün ve onu o anda, orada sergilersin/okursun/söylersin. Böylelikle daha içten ve daha sade/öz olur. Sanırım tarzlar arasında gezindim ve kendimi herhangi bir tarzla sınırlamadım. Ancak ses çok önemlidir. Bence bir müzisyenin sesi kullanış şekli ve sesi sessizlikle kombine ediş şekli az önce bahsettiğimiz dilin çeşidini/tarzını oluşturur.

Müziğe bakışınız nasıl? Müzik, sizin için ne ifade ediyor?

Bu soruya verilebilecek kısa bir cevap yok… Müzik, insan hayatının en önemli parçalarından… Fikirlerimizi, hatıralarımızı, eğlencelerimizi müzikle bağdaştırırız. Benim için hayat müziktir ve müzik sadece insan veya enstrüman sesiyle olmak zorunda değildir. Sese bu şekilde bakarsanız; yağmurun, denizin ve kuşların sesi de müzik olur ve içinizde bir duygu oluşturur. Biz müzisyenler, doğal seslerin güzelliğini enstrümanlarımızın sesine dönüştürürüz ve ruh halimize, duygularımıza göre ritimlerle, melodilerle kombine ederiz. Bu yüzden iyi bir müzisyen olmak çok zordur, çünkü hayatın seslerini taklit ediyorsunuz. İyi bir müzisyen bu sesleri başkalarına öyle bir aktarır ki; hayatın ve yaratılışın güzelliği anlaşılır. Bu sebeple, müzisyen dinleyicide bu duyguyu oluşturabildiği müddetçe bu bağ çok önemlidir. Yani, müziğin sesi, yaratıcımızın veya kendisinden geldiğimiz ve yine ona döneceğimiz yerin sesidir.

Müzisyenliğin sizi tamamladığını söyleyebilir miyiz? Yani eğer müzikle uğraşmıyor olsaydınız neler yapardınız, nasıl hissederdiniz?

Kesinlikle… Müziksiz ne olurdum veya müzisyen olmasaydım ne yapardım düşünemiyorum bile. Maalesef günümüzün modern dünyasında müzisyenlik, mesleğimiz oluyor; yani bir geçinme aracı, ama hayatını müzikle geçirmiş çoğu müzisyen için müzik, nefes almak gibidir. Yaşlandıkça müziğin hayatımda gittikçe daha önemli bir noktaya geldiğini görüyorum ve kendimi artık müzikten ayıramıyorum. Gün geçtikçe daha da derinleşip ciddileşiyor. İnsanlar gelip geçer. Arkadaşlarınızı veya aile üyelerinizi kaybedebilirsiniz, ancak kendinizi ve düşüncelerinizi ifade ettiğiniz enstrümanınız sürekli hayatınızın bir parçası olarak kalır.

İran kültürü ve tabi müziği, belki de “Doğulu” yakıştırmasına yakışan en iyi örneklerin başında geliyor. İran’ın o motifi sizi nasıl besliyor?

Bence tüm kültürlerde müzik ve arkasındaki felsefe aynıdır. Bizler müziği belli bir kültürel filtreye göre algılıyoruz ve oluşturuyoruz, ancak bu başkalarının da bu şekilde yapmadığı anlamına gelmiyor. Bence İran müziği en eski sanat türlerinden ama diğer türler veya yeni türler de güzel ve derin olabilir. Dediğim gibi, müzik tek bir müziksel kültür veya tarz bir müzisyeni tanımlamaz ve tanımlamamalı da. Mesela benim için İran müziği ana kaynaktır; ama bu düşüncem başka müzikleri veya tarzları öğrenmemi, görmemi engellemedi. Bence hepimiz akrabayız ve sürekli birbirimizden bir şeyler öğreniyoruz. Dünyanın farklı bölgelerindeki müzikler tıpkı farklı diller ve farklı görünüşler gibidir; ama neticede hepimiz insanız ve diller de iletişim araçlarıdır. Belki de bu yüzden sürekli dünyanın farklı yerlerindeki ortak müzik projelerine katılıyorum, böylelikle de sürekli başkalarından tecrübe ediniyor ve bunları da kendi müzik tarzıma dönüştürebilmiş oluyorum.

Bazı ülkelerdeki müzisyenlerle ortak çalışmalar yürütüyorsunuz. Bu tarz seçimlerinizde tercihlerinizi neler belirliyor?

Sanırım önce müziklerinin derinliğine bakıyorum. Sadece müzisyen olarak değil, bir insan olarak da kendi ülkelerinde kendi kültürlerinde saygı duyuluyorlar mı ona bakıyorum. Ayrıca aşağı yukarı benimle tecrübe olarak, kariyer olarak aynı seviyede olmalarını isterim. Mesela 90 yaşında bir usta müzisyenle ortak proje yapmaktansa oturup onu dinlemeyi tercih ederim. Sanırım bazı müzisyenler için rahatı bırakıp başka bir dünyanın müziğini, seslerini, fikirlerini görmek öğrenmek çok zor. Başka kültürlerin müzisyenleriyle çalışmanın beni cezbetmesinin farklı sebepleri var. Başka bir faktör de, uzun süreliğine başladığım müzikal projelerinde bırakmadan devam etmeyi severim. Bir şeye başlayıp onu geliştirip büyümesine ve olgunlaşmasına yardımcı olmak hoşuma gidiyor. Doğal olarak bunu müzikte çok ustalaşmış birisiyle yapamazsınız. Sadece müziksel bir diyalog kurmaktan ziyade, çalıştığım kişilerle yakınlaşıp arkadaş olmak, aileleriyle tanışmak isterim. Öğrencilerle öğrenci gibi yaşayıp, projeyi gidebildiği yere kadar götürmek isterim. Benim için her proje ömürlüktür. Bu yüzden hayatım da sadece bir kaç proje yapabildim.

Anadolu müziği ile İran müziği arasında ne gibi bağlar var? Türk müzisyenlerle de çalıştınız size ne gibi yeni kazanımlar sağladı bu tarz ortak çalışmalar?

Antropolojik bölge olarak baktığımızda Türk müziğiyle Kürt müziği arasında sıkı bir bağ var. Alevi müziğinin Kürdistan diye bildiğimiz İran’ın batısıyla çok ortak noktası var. İran ve Türk kültüründe; hayat, ideoloji, dil, kültür ve daha birçok alanda her şeyimiz ya aynı ya da çok benzer. Aynı zamanda Fars ve Osmanlı müzik kültürü birbiriyle çok ilintili… Örneğin 16. ve 17. yüzyılda Osmanlı sınırları içinde İstanbul`da yaşamış çok sayıda İranlı müzisyen ve bestekâr var. İki kültürde de ortak bulunan sufilik düşüncesi ve çok sayıda sufi şair vesilesiyle ortak birçok noktamız var. Maalesef çoğu kez kültür üzerine çalışırken, kültürü bölgelere, dillere ve coğrafik sınırlara göre bölerek hata yapıyoruz. Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan önce bile komşuyduk ve çok uzun zamandır etnik kimliğimiz, yaşadığımız ülke ne olursa olsun hep komşuyduk. Bu sebeple birçok şeyimiz birbirine çok yakın. Hep bir arada yaşadık, savaşlar gördük, evlilikler yaptık; ama her zaman birbirimizin varlığına ve kültürüne saygı duyduk.

Anadolu müziğiyle ilgili deneyimim Erdal Erzincan gibi büyük bir ustayla karşılaştığımdan beri çok büyüktür. Kendisi sadece usta bir müzisyen değil aynı zamanda büyük bir öğretmen ve insan. Kendisinden çok şey öğrendim; sadece müzik değil, kültürü ve kültürlerin birbirinden nasıl etkilendiğini de ondan öğrendim. Öğrencilerine nasıl değer verdiğine ve onlarla nasıl birlikte yaşadığına şahit oldum. Müziği hayatının her anında nasıl yaşadığını gördüm. Sanırım cevap evet ve öğrendim, öğrenmeye de devam ediyorum.

Bu projeyle öğrendiğim diğer önemli bir şey de, Anadolu müziğinin nasıl canlı ve renkli olduğunu, Türk milletinin ne kadar müziğe yatkın olduğunu gördüm. Bu kadar ülke gezip gördükten sonra rahatlıkla söyleyebilirim ki, Türk milleti müziğe en yatkın ve en çok müzik seven milletlerden birisi.

Film müzikleri de yapıyorsunuz. Burada hikâye mi önemli yoksa sizin hissettikleriniz mi?

Öncelikle senaryoyu ve yönetmeni çok sevmiş olmam lazım. Çoğu yönetmen müziğe dikkat etmiyor, müziği bilmiyor. Onlar için müzik filmi daha çekici hale getirecek bir araç… Bu da onlarla çalışmayı çok zorlaştırıyor. Bazen son dakikada gelip her şeyinizi bırakıp onlara kusursuz mükemmel bir müzik hazırlamanızı bekliyorlar ama bu imkânsız. Benim güzel bir müzik yapabilmem için, konu hakkında düşünmem, filmle yakınlık kurmam ve yönetmenin aklında geçenleri anlayabilmem lazım, ki böylece yönetmenin zihninden geçenleri ifade edebilen bir enstrüman olabileyim. Bu sebepler yüzünden birçok film projesini reddettim ve seçici olup yönetmenle uyuşabildiğimi hissettiğim filmler için çalıştım.

Turnelere çıkıyorsunuz çeşitli ülkeler geziyorsunuz. Ne gibi tepkiler alıyorsunuz? Müzik gerçekten evrensel mi?

Müzik kesinlikle evrensel… Dünyanın her yerinde ya amatör bir şekilde ya da profesyonel bir şekilde kendilerini müzik yoluyla ifade etmeye çalışan insanlar görürsünüz. Daha önce dediğim gibi, müzik hayatın kendisidir ve her toplumda müzik vardır, çünkü müzik insanlar için hayatlarını ve düşüncelerini aktarmak için en güzel sanatlardan birisidir.

Son olarak Türkiye’deki hayranlarınıza neler söylemek istersiniz?

Kendilerine müziğe duydukları ilgiden ötürü çok teşekkür ediyorum. Yaşları ve yaşadıkları yerlerin uzaklıkları ne kadar olursa olsun söylediklerinizi dinlemek için gelen insanları görmenin verdiği hazzı tarif edemem. Onlara her zaman müteşekkirim. Daha önce de söylediğim gibi, bence Türkler müziği en fazla seven milletlerden birisi. Türkiye’de sahneye çıktığım her organizasyonda onlarla birlikte olmak çok güzel ve çok değerli; beni dinledikleri için onlara müteşekkir olduğumu ifade etmek isterim.

Kaynak: Anadolu Gençlik Dergisi Aralık Sayısı.

Yorum Gönder

[blogger]

MKRdezign

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget