Articles by "Müzik"


Ahmet Aslan Dersimli. Almanya’da yaşıyor. Türkçe ve Zazaca şarkılar söylüyor. Geçen haftalarda yıllarca yasak diye giremediği ülkesindeydi hem de CRR’de.

Doğu coğrafyasını bilen, dünya veya Anadolu müziğini tanıyanlar için Ahmet Aslan ismi yabancı değil. Pir Sultan deyişlerini andıran sözler, geçmişten kopup gelmiş gibi gözükse de Dersim’in acılarına tercüman oluyor âdeta. Aslan, elinden düşürmediği gitarı ve bağlamasının yanında sesini bir enstrüman gibi kullanıyor. ‘Kürt veya Dersim müziği’ tanımlarına katılmıyor “Anadolu müziği vardır.” diyor. Ud, tambur gibi çalgıları es geçmemesi bu sebepten. Liseden sonra resim eğitimine başlayıp bitirmeden İstanbul Teknik Üniversitesi Konservatuarı’na girer. Daha sonra Almanya’ya giden müzisyen şu an alanının en iyilerinden Rotterdam Dünya Müzik Akademisi son sınıfta. 250 bin kişinin katıldığı en geniş müzik festivallerinden Rudolfstad’da sahne almış, Berlin Flarmoni Orkestrası’yla çalmış. 24’ünde hem politik sebeple hem de eğitim sebebiyle ayrıldığı ülkesine ayağı yeni yeni alışıyor desek yanlış olmaz. Geçen haftalarda Cemal Reşit Rey’de (CRR) verdiği konser bu başlangıçlardan biri. Bu buluşmadan hem sanatçının kendisi hem de CRR çok memnundu. Biz de konser öncesi Ahmet Aslan’la bir araya geldik. Şarkılarıyla dinleyeni güzel hissettiren müzisyenden bu sefer kendini dinledik.


-40 yaşındasınız. Yolun yarısını geçmişsiniz. Müziğinizi sevenler yarıdan öncesini pek bilmiyor. Hayatınızın ilk yarısının hikâyesi neydi?
Hikâyem biraz çetrefilli. Dersim Hozatlıyım. Doğup büyüdüğüm topraklarda kalmak vardı. Bıraktığımda Türkiye’de gözaltılar, kaderin nereden nereye savuracağı belli olmayan bir kaos vardı. Zaten potansiyel bir coğrafyanın çocuklarıyız. Tunceli ya da Dersim deyince uçan kuş bile hesap sorardı. Suçlu olman gerekmiyordu. Aktif siyaset içinde olmak gibi bir çabam yoktu. İşin doğrusu, evrene gelmişsin, gözünü açmışsın onu bile fazla görüyorlardı. Başına bir şey gelmese de her zaman seni bekleyen bir ecel vardı. O dönem benim gibi ülkeden ayrılan çoktu. Hâlâ da gitmek isteyenler var. Üstelik bitmiş bir Avrupa’ya.
-Aileniz gidişinizi nasıl karşıladı? Avrupa’ya gittiğinizde hayatınızı nasıl kazandınız?
Hz. İsa’ya atfedilen bir cümle okudum ve her şeyi bırakıp gittim. “Yaşamı yalnız başına kurmak istiyorsan pislediğin yeri terk et.” diyordu. Özgür kalmak için 1996’da Almanya’ya gittim ve kaldım. Orada gitar bölümüne devam ettim Duesseldorf Konservatuarı’nda. Ama bitirmedim. Sonra Hollanda malumunuz. Dünya müziği branşında eğitim alıyorum. Akademilerden nefret ediyorum ama oralardan çıkamıyorum ne hikmetse. Eğitim kendi başına bir manipülasyon. Aslında insan olmaya da karşıyım. Hayatın her yanını manipüle ediyoruz. Yarattığımız formülün kölesi oluyoruz.
-Batı’da yaşıyor, Batılı bir enstrüman çalıyor ama gelenekten ayrılamıyorsunuz. Geleneği bozmuyor musunuz?
Ben geleneği koruma çabasında değilim. Zaten geleneği bozmaya ne senin ne de benim gücüm yeter. Onun korunmaya ihtiyacı yoktur. Dışına çıkarsan deneysel işler yaparsın. Onların da içi yüzde 80 koftur. İster istemez geleneğe geri dönüyorsun. Denizden ayrılırken limanı yıkamazsın. Çok fazla açılırsan boğulursun. Son dört yıldır Tunceli’ye yazın gidip geliyorum. Daha öncesinde yasaklıydım. Hâlâ da her gelişimde 1 saat hava limanında tutuyorlar beni. Aynı isimden bir başkası aranıyor. Bürokratik nedenlerle gelemedim Türkiye’ye senelerce. Politik bir nedeni yok.
-Kaç kardeşsiniz?
Herhâlde 13 varız. Nadiren görüşüyoruz. Ben aile içi asosyal bir insanım.
-CRR’yle nasıl buluştunuz?
Burası detay müziğe hassasiyet gösteriyor. Kalan Müzik’in vesilesiyle oldu. Yoksa sıraya girersin, 20 yıl gelmez. Avrupa’da icra ettiğim müziğe dünya ya da halklar müziği olarak bakıyorlar. Oradaki dinleyici çok farklı. Robot gibi. Sana istekte bulunmuyor. Sen ne sunarsan… Burada elektrik iyi, ortam daha sıcak ama seni alet gibi görüyorlar.
-Avrupa’da albümleriniz nasıl satıyor?
Bilmiyorum. Dünya işleriyle ilgilenmiyorum.
-Sizi dinleyenler hangi dilde şarkı söylediğinizi anlamıyor. Bunu nasıl karşılıyorsunuz?
Evet, biliyorum. Çok sık rastlıyorum. Mesela “Adem evvelinden beri” cümlesini “Adana garından beri” diye yorumlayanlar var. Ama sorun değil, esprili geliyor bana. Sözlerimde ‘eski’ kelimeleri tercih ediyorum. Örneğin Türkçeyi ele alırsak, Veysel’in şarkısı “Gozelligin on par etmez” yerine “Güzelliğin on para etmez” şeklinde İstanbul Türkçesiyle okunuyor şimdi. Orijinal hâli anlaşılmıyor. Kendi dilime ya da Ermenice gibi dillere yapılmış haksızlığı  bir kenara bırakıyorum. Türkçeye yapılan bir haksızlık vardır ki, 80 yıla sığmıyor. “Tek toplum, tek ırk, tek dil” politikasından söz ediyorum. Koskoca 600 yıllık Osmanlı’ya bir makas atıldı ve yüzyıllardır yaşayan bir dil 80 yılda unutuldu. Bu haksızlığı gördükten sonra ‘ben iyi durumdayım’ diyorum. Kendi dilimden bir kelime bilmediğim zaman yaşlı insanımdan öğrenebiliyorum ama şu an Osmanlıca öğrenmeye kalksam bunu soracağım bir kuşak yok. Kürtçe ve Zazaca hâlâ yaşıyor.
-Sizin için ‘derviş gibi adam’ diyenler var. Ne düşünüyorsunuz? Kendinize yakıştırıyor musunuz?
Son zamanlarda inanç fanatikleşiyor, medyalaşıyor. Herkes bir yakıştırma yapıyor. Belki ruhani olarak güzel şeylerdir. Fakat abartılı gelebilir. Derviş lakabını son zamanlarda 20 yaşındaki insan dahi alabiliyor. Dervişane olabilmenin belli bir mevsimi var. Bana bazıları da ‘deli’ diyor. Bazıları da aşırı alkolle bu hâle geldiğimi düşünüyor. Bir şeyi alkolle dışarı çıkarıyorsanız bu dış müdahaledir. Bunu bir yapar, iki yapar, üçüncüde yerinizden kalkamazsınız.
-Kürt müziğinin gelişimini nasıl görüyorsunuz? Tambur, gitar, bağlama, ud kullanıyorsunuz. Bunlar bir araya gelmeyecek enstrümanlar gibi gözüküyor. Siz nasıl bir müzik yapıyorsunuz?   
Kürt müziği… Bizim bölümden etnolog Martin Grew ve bölüm başkanımız Kemal Dinç’le sürekli konuşuruz. Kürt, Dersim Türk halk müziğini ayrı yere koyanlar var. Ama gelinen aşamada; Anadolu’dan çıkmış her melodiyi Anadolu müziği diye adlandırmak en doğrusu.  Örneğin ‘Sarı gelin’ türküsü. Aslı Ermenice ama Türk halk müziği kategorisine koyuyorlar. Mesela “Üsküdar’a giderken” şarkısı. Üzerine dokümantasyon yapıldı. Parça Hırvatistan, Bulgaristan, Yunanistan’a ait çıktı. Hatta etnolog öğrenciler birbirine girdi. Tam 15 ülke bu şarkıyı sahiplendi. Ben kendi adıma Kürtçe, Türkçe, Zazaca demektense Anadolu müziği demeyi tercih ediyorum. Ama bir zamanlar yasaklı bir dilin şimdilerde müziğinin söylenmesi çok güzel. Ayrıca Kürt olsun olmasın genç nesil Kürtçe müziğe yaklaştı. Tabii bunda medyatikleşmesinin rolü var.
-Kürt meselesinin çözümüyle ilgili süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Aleviler kendini başka bir yere çekiyor, Zazalar başka bir yere. Dersim’de de çok sesli bir anlayış vardır. Kürt siyaseti kendi içinde ayrışıyor. Devlet, iktidar, muhalefetten farklı görüşler çıkabiliyor. Bu sorun çözülmeli. Başka gelecek yok. Ya kendin çözersin ya Amerika gelir çözer, tepene de biner. İran örneğinde olduğu gibi komünisti de inananı-inanmayanı da birden ayaklandı, kendinden olmayanı dışarı attı. ‘Varsa bir problem kendim çözerim’ dedi. İlerici veya gerici temelde. Bizim yaşlıların bir sözü vardır, inanan insanlar da bilir: “Cennet de cehennem de insanın kendi dünyasındadır.” Yani problemin kaynağı da, çözecek olan da biziz.
-Takip ettiğiniz müzisyenler kimler?
Şakiro, Ayşe Şan, Erivan Radyosu’nda çıkan isimleri hâlâ dinlerim. Güncel müziği takip etmiyorum. Yaşlı kayıtlarıyla ilgileniyorum. Anadolu müziği konusunda uzman İtalyan bir gitar profesörü var, Carlo Domeniconi, çok seviyorum. ‘Koyun Baba’ diye bir şarkısı var. Tavsiye ederim.
Aksiyon Dergisi - Esin Kaya

1-Tunay Bozyiğit kimdir?   
      1961 senesinde Iğdır ilinin Tuzluca ilçesinde, Kağın köyünde doğdum. İlköğrenimimi Kağın ve Tuzluca’da, orta öğrenimimi ise Iğdır‘da tamamladım. 1983 senesinde Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde memur olarak çalışmaya başladım. O arada Anadolu Üniversitesi İş İdaresi bölümünü bitirdi. 1984 ile 1987 yılları arasında Zeytinburnu Halk Eğitim Merkezi’nde halk oyunları ve halk müziği korosunda çalıştım.

      1988-1993 yılları arasında siyasal sebeplerle Paşakapı, Metris, Bayrampaşa cezaevleri ile Sakarya, Gökçeada ve Çanakkale’de bulunan cezaevlerinde 5 yıl yattım. Daha sonra memurluktan ayrılıp 1994 senesinde Marmara Üniversitesi Biyomedikal Cihaz Teknolojisi bölümünde eğitim görmeye başladım. 
      Şaşırtmayı ve şaşırmayı hep sevdim ömrümce... Çocukluğumu geçirdiğim Ermeni sürgünü köyüm Kağın’da ilk aşk, ilk aşka ağlamışlıkla başladı yaşamım.. Adı Zerişan’dı... Anadolu’mda kızlar erken büyür ve ere erken verilir, öyle de oldu.
      Batası töresince… Yüreğimde yangın halaya durdu gövdem boyunca, kudurdu… O acının izi taptaze kaldı her aşk vuranda kanadı... İlk şiir ve beste de taa o zamandı... Köyümüzü sel vurdu.  Çığlığım türküye döndü, ücra köyümle dünya arasındaki köprü her bahar gibi sele teslim olmuştu, ekinler heder canlılar telef olmuştu.
      Orta okula başlamam için kazamız Tuzluca’ya inmiştim babamla… Üç dört katlı binalar görüp dehşete kapılmıştım. Babama sordum, “kim yönetiyor burayı?” “Kaymakam” dedi, ”tamam, kaymakam olacağım” dedim, “töreyi kaldıracağım…” Sonra fotoğrafçıya gittik, kara çarşafın içinde kaybolan, buraya bak kuş çıkacak diyen ve koca bir ışıkla beni kandıran, utandıran Alasker amcayı tanıdım. İkinci kandırılmamdı; ilki kolumu aşı diye çizen şekerle aşılayan doktor olmuştu. Babam poz için saçımı elleriyle taradı, ilk sevişiydi… Başımda o ellerin izi kaldı.  Ah sevmelerde ahım kaldı... Köyümde çocukları sevmek törece yasaktı.
      Okula başladım, sarı saçlı çilli biri önümdeki sırada oturuyor… İlk kez böyle bir şey görüyorum… Milli Güvenlik dersimize giren binbaşının kızıymış… Askerden ilk darbeyi o an yedim ve tam iki yıl bir güneş gibi sadece seyreyledim H.Sevgi Erdinç’i… İlk lal oluşumdu, sonra bir arkadaşın bağlamasıyla tanıştım, eve getirdim, sevindirdiktim. Meğerse aylardan Kerbela’ymış ,bağlamanın teknesini başımda paralattım babama… Sanatçılığım kırkına dek ertelendi… Köyün ilk memuruydu babam, tek radyo bizde vardı Ermeni ve Kürt müziğini  Erivan radyosuyla tanıdım, arkadaşlarıma hava attım… Ataması Iğdır’a çıkınca babamın, taşındık… 3.sınıfta siyasetle tanıştım ve devrimci olarak babamın ölünceye dek utancı oldum… Sülalem beydi ve vekil ya da senatör sadece bizden olur, halkı oy davarı bizimkiler yapardı… Ailemi izole ederek cezalandırdı sülalem, bendim sebep…
      Derken lise… Sınıflarda sıralar ayrışır sağcılar sağda, solcular solda oturur, jandarma arada volta vurur, hoca karatahtada ders anlatır, teneffüsler sırayla yapılırdı… Orta eğitimde azım kaldı… Temel dersler boş geçer, tali dersler kaymakamla beraber hükümet memurlarıyla doldurulurdu… Dövülmediğim gün şanslı sayardım, şaşırırdım… Eve gelip babamdan isterlerdi dövmek için malum çevreler… Denizlere yaptığım bir türküyle ölümüne dövülüp bayıltılmıştım… Türkülerden çekeceğim ta o zamandan sabit ve sabıkalaşmıştı…
      Karakolda ayna yerine korkunun ve işkencenin olduğunu da o zaman öğrendim… Ve son sınıfta sömestrde komşuluk arkadaşımca öldürüleceğimi haber alıp Kağınıma ricat ettim… İkinci yarı yıl açılmayınca birinci yarı yıl notlarıyla mezun oldum… Üniversite sınavları için İstanbul’a koyuldum... Otobüsün yedek şoförünün karnında uyuyarak Erzurum’da ölümden kurtuldum… O ilde öfkem ve ölüm korkum kaldı… Ankara’da 13 katlı Gülhanayi hayretle saydım İzmit’de denizin mavisine şaştım... Haritada deniz olduğu belli olsun diye maviye boyandığını sandıydım.. İstanbul da ilk işim Ataköy çadırlı kampta wc temizlemek ve çöpçülükle işe başladım… Sonra askerlik Samsun olaylar ve kurayla tekrar İstanbul… Kavilleşmiştim bu şehirle… Ve 12 eylül bana ikinci askeri darbesi… Daha 13 ünde Eylül’ün zimmetimdeki her şeyin teslim alınması ve koğuşa yemekhanede ve de her duvarda var olan, uyulması gereken kurallar da 6. madde olarak yer almam; dikkat Tunay Bozyiğit tehlikelidir, onunla ilişki kurulmayacak ve 24 saat astsubay Ünal’ın gözetiminde bulunacaktır... İşkence haneye dönüştürülen Samandıra Kışlası’nda isyanım, telefon eylemim ve sürgünler…
      Derken yine İstanbul ve her işte çalışma… Ama her işte... Derken 1983’te Kanarya Ortaokulun da memuriyet… Yine kuralsızlık ve cezalar ve 88’de Eğitder’i kurma çabalarım, sonrası politik tavrımla yargılanmam ve mahpushane… 5 yıla yakın mahpusluk.. Paşa kapısı yakması, Metris isyanı ve 8 sürgün ve bitişle yine İstanbul… 
      Yine her iş, sabıkamla iş bulma zor olsa da... En son oto yıkama ve boya badana… Ve oradan Marmara Üniversitesi... Yine politik yaşam ve mezun olamama hala… İki dersim var ve silmemişlerse öğrenciyim hala… Sonrası ne iş olsa da yaparım ve Alamut kalesinin 2000 de açılışı… Ve yaşamımda yeni bir sayfa…
      Ha; kendimi bileli dört şeyi sevdim; politika (politik ahlakı olmayanın başka ahlakı olmaz, bütün ahlaklar politik ahlaka tabidir) şiir aşk ve türkü, hala da onlarla varım.

  
2- Besteleriniz yanında şiirlerinizle de tanınıyorsunuz? Bu yönünüzü tam olarak ne zaman keşfettiniz ve duygularınızı paylaşmaya nasıl karar verdiniz?
      Asıl besteci olmaya kırkında, herkes teneşire kuyruğa girerken başladım. Yitik bir aşk öyküsünün kahramanı olduğumda… Şiire ülkemdeki herkes gibi sivilceyle tanışıp patlatarak haz aldığım zaman başladım. Ama kitap çıkarma cüretini iki albümü yayımlayıp da (malum, albümlerde şiirlerimi seslendiririm) tepkileri gördükten sonra gösterebildim.

 
3- Toplumsal  şiir ve ezgilerin bir üreticisi olarak, bir sanatçının günümüzde ne tür toplumsal kaygıları olmalıdır, bunu yaşadığımız coğrafyada değerlendirdiğimizde, ne yönde görevler üstlenmelidir.
 Bireycilik, dahası bencilik hastalığını yenen her sanatçı içinde soluduğu toplumun sorunlarından uzak kalamaz diye düşünüyorum... Her anlamda gündemin saliselik değiştiği toplumumuzda, hele de günümüzde sanatçı uyanık olmalıdır. Emeğin başına örülen çoraplardan tutun yaşadığım coğrafyadaki kirli savaş, yani Kürt sorununa karşı duyarlı ve de dikkatli olmalı halka bilinç taşımalıdır. Mevcut iktidar malumumuz... Gerici karakteri itibariyle toplumsal sorunları çağ dışı çözümden yanadır... Emek Cumhuriyet tarihi boyunca bu kadar sefalet ücretiyle karşı karşıya kalmamıştır, asgari ücret tam bir hakarettir. İşsizlik, hele de yüksek diplomalı işsizlik bu kadar soluk kesici toplumsal patlamaya uygun hale gelmemiştir… Ve iktidar soygunu da… Ayrıca Kürt sorununda takkiyecidir ve de tasfiyeci. Ulusal bilinç bir kez daha çağ dışı anlayışla afyonlanmaktadır.  Sanatçı muhalif olmak zorundadır…

 
4- Şiire en çok hangi duyguyu yakıştırıyorsunuz? (Aşk, acı, hüzün, sevinç,umut vb.) 
    Önce hüznü, sonra umudu... Ben hüznün emceğinden beslenirim malum azgelişmiş toplumun sanatçısıyım ama umudun da asla yakasını bırakmam ne kadar işkence olsa da, egemenlerin elinde esir olsa da...
 

5- Sanatta yenilenme yapılması  taraftarı ve de yapılamayışının şikayetçisisiniz. Üretimlerinizi bu durumun karşısında yapıyorsunuz. Öyleyse, sanatta yeni yaratım yerine biçim değişikliğinin bir çok boyutuyla  neyi ifade ettiğini, çıkan sonuçları ve sanatçının bu konudaki tutumu nasıl olmalıdır? 
      Sanat dogma olmayacağına göre üretim araçlarıyla beraber gelişmek hatta ondan daha öngörülü olmak zorundadır... Salt biçimle olmaz bu, öz biçim ilişkisi diyalektik bir ilişkidir... Müzikte bolca biçim deneniyor; eski anonim bir eser yeni, bazen de batı enstrümanlar eklenerek önümüze sunuluyor. Bu kulağa yeni bir tat olsada sonuçta biçimseldir. Aslolan ise süreci anlamak ve sürecin dilini yeniden yaratmaktır bence... Şiirde de bu böyledir ne yazık ki, hala Nazım Usta’dan, Ahmed Arif’ ten, Enver Gökçe’den, Hasan Hüseyin’den okuma ihtiyacı duyarak haz alıyorsak, bilgileniyorsak bir sorun var demektir... Onlar aşılamadığı gibi yeni sürecin dilini onlar kadar güçlü kuramıyoruz demektir… En zor olanı yapmalıyız yani cidden kafa yormalıyız, kolaya kaçmamalıyız...
 

6- Şiirin ölçütleri ya da kalıplaşmış kuralları olmalı mıdır?
   Ben bütün kurallara karşıyım... Üretim ilişkisinin bu kadar çeşitlendiği günümüzde kurallara bel bağlayamam.

 
7- Tunay Bozyiğit'ten çok Seyduna'yı duyuyoruz, kimdir Seyduna?  
    2002 yılında ilk albümüm ‘Şahrud ile Seyduna Türküleri’ adıyla profesyonel müzik hayatına atıldım. 2004 yılında aynı adla 2. albümü piyasaya sürüldü. 2006 yılında yine aynı ad ancak ’Sen Hiç mi Bahar Görmedin ‘ alt başlığıyla 3. albümünü oluşturdum. 2008 yılında aynı isim ve ‘Sevdan Sabıkamdır’ alt başlığıyla 4.albümü sevenlerime kavuştu.

Şimdilerde aynı adlı 5. albüm için stüdyoda çalışmalarını sürdürmektedir. Ve haziran 2010 da raflardaki yerini alacak seyduna & şahrud-5  “Söz ateştir her ağız taşıyamaz” alt başlığıyla.
Bugüne değin 20’ye yakın sanatçının albümünde değişik eserleri yer almaktadır.
      2005 senesinde Babil yayınlarından ‘Lal’ isimli ilk şiir kitabım yayımlandı. 2008 senesinde Pencere yayınlarından ‘Leyl-i Lal Şewe’ isminde ikinci şiir kitabım, 2009 senesinde Pencere yayınlarından ‘Şeveren ile Hazari’ ve ‘Elahar Belcesi’ isimleriyle iki şiir kitabım daha yayımlandı. Bugün yayımlanmış 4 şiir kitabım bulunmakta olup;’ Dün Dökümü, Kağın Bir Mesel Tapınağı’ isimli yarı şiir yarı öykü kitabım  yayıma hazırdır.
      Hala şiir ve ezgilerle üretimime devam etmekteyim…
Seyduna, Tunay Bozyiğit’in sanatçı adıdır, Hasan Sabbah’ın lakabıdır, ödünç aldığım… Ünlü Alamut Kalesi kurucu komutanı ve bilgesi Hasan Sabbah der ki, ’iktidarla düşüp kalkan bilginler, bilginlerin yüz karasıdır’. Bu kadarı bile o lakabı ödünç almama yeterlidir, zor olansa o yükü taşıyabilmemdir... Bunun için de elimden gelen yüreğimdir. Müzik kitleyle daha kolay buluştuğundan ülkemde söz yazarı ve besteci Seyduna, şair Tunay Bozyiğit’ten önde gitmektedir ne yazık ki... Bir de popülizmi sevmediğim için olsa gerek, mutfağı seviyorum, üretimi…
  

8- Yaptığınız sanatın size yaşattığı mutluluğu nasıl tanımlarsınız? Kendi içinizdeki ve yaşamınızdaki boyutlarıyla nasıl anlamlandırıyorsunuz? Ve gelecek için bu anlamların gelişen üretiminizde nasıl belirlemeleri olacaktır?
      Tam bir çelişki ve çeşnilik yaşıyorum aslında... Yani her duygu ya da değer hayatıma dairdir… Hayata dairdir... Hatta hazdan çok lanetli oluyor, mutsuz ediyor bilmek... Toplumsal kişiliğin bireysel mutluluğu olacağına inanmıyorum... Biliyor ve de duyarlıysa tabi… Çok dibine yaşıyorum her şeyi, yanıp yakılıyorum adeta... Ama inceden bir haz almışlık da yok değil hani mazoşistçe... e ne de olsa küçük burjuva cenneti bir toplumsal yapımız var ve herkes biraz yaşadığı topluma benzer…
Herkesin yüreğine selam olsun...
                                                                                                                        Zeynep KURİŞ



Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu bünyesinde yer alan Kardeş Türküler projesi, “halkların kardeşliği”ne müzikal bir çerçeveden vurgu yapıyor. Anadolu, Trakya ve Mezopotamya halk şarkılarını, kendi kültürel bağlamlarını dikkate alarak, orijinal dilleriyle yorumlamaya çalışırken, çokkültürlü bir coğrafyada kardeşlik içinde bir arada yaşama umudunu dile getiriyor.

Kardeş Türküler Projesi çerçevesinde, Anadolu ve çevresinde yaşayan farklı dil ve inançlara sahip halkların şarkıları üzerine araştırmalar yapılıyor, geleneksel şarkılar ve geleneksel formlara dayanarak üretilen besteler, projenin düzenleme anlayışı çerçevesinde yorumlanıyor.



Proje, ilk kez 1993 yılında Boğaziçi Üniversitesi Folklor Kulübü'nde hazırlanan bir konser çalışması olarak gündeme geldi. Bu konserin repertuvarı, Türk, Kürt, Azeri ve Ermeni şarkılarından oluşuyordu. Daha sonraki dönemlerde, değişik kültürlere ait şarkı ve danslara da yönelindi ve repertuvar zenginleştirildi: Laz, Gürcü, Çerkez, Çingene, Makedon, Alevi... şarkıları ve dansları icra edildi.

Kardeş Türküler Projesi'nde icracı olan müzisyen ve dansçılar, 1995'te kurulan Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu'nun (BGST) kurucuları arasında yer aldılar. Projenin bundan sonraki çalışmaları, konserleri, dans müzik gösterileri ve albümleri BGST çatısı altında sürdürüldü.

İlk albüm, 1997'de Kalan Müzik tarafından yayınlandı. “Kardeş Türküler” adı verilen bu albümde, Anadolu ve Mezopotamya'daki müzik geleneklerinin ürünlerinden örneklere yer verildi. Proje kapsamında yaklaşık dört yıl boyunca verilen konserlerden seçkiyle oluşturulan albümde çokkültürlülük ve halkların kardeşliğine vurgu yapıldı.

1998 yılında, İstanbul'da özel bir radyonun yaptığı dinleyici anketinde 'yılın grubu' seçilen Kardeş Türküler kadrosu, ikinci albümünü daha lokal ve spesifik bir projeye ayırdı: 'Doğu' (Kalan,1999). Anadolu'nun doğusu ile Mezopotamya coğrafyasını kapsayan, çokkültürlülüğün ve kültürler arasındaki geçişkenliğin vurgulandığı ‘Doğu'da projenin ilk bestelerinden birine de yer verildi.

Folk Roots dergisinin Temmuz 2000 tarihli sayısında tanıtımı yapılan 'Doğu' albümü, aynı dönemde İngiltere'de yayın yapan Radio Not-Wonderful'un listesinde 4. sırada yer aldı. 2000 yılının Şubat ayında, Jérôme Cler'in hazırladığı ve Cité de la Musiques / Actes Sud tarafından Fransa'da yayınlanan 'Musiques de Turquie' adlı kitabın cd ekinde, albümden iki şarkıya yer verildi.

'Doğu' albümünden bir şarkı, Songlines dergisinin Anadolu müziklerine ayırdığı Ekim sayısının eki olan karma albümde yer aldı. Yine Folk Roots dergisinin Ocak-Şubat 2001 sayısındaki karma albümde 'Doğu'dan bir şarkıya yer verildi.

Aynı derginin Ağustos-Eylül 2002 sayısında Kardeş Türküler'le yapılan bir söyleşi yayınlanırken; Almanya'da yayınlanan Folker! dergisi de, Mayıs-Haziran 2002 tarihli sayısında toplulukla yaptığı bir söyleşiye yer verdi.

Kardeş Türküler Projesi, yaşadığı coğrafyanın çok-kültürlü, çok-etnili yapısını, Türkiye'de çekilen ilk Türkçe-Kürtçe video kliple de (Kara Üzüm Habbesi) gündeme getirmeye çalıştı. Kültürler arasındaki alışverişin müzikal alanda bir örneği olarak düşünülen bu şarkının video klibi, bir 'ilk' olması itibariyle ana haber bültenlerine konu olduysa da, Türkçe dışındaki dillerde yayın yapma konusunda kendi kendini sansürleyen ulusal kanallarda pek gösterilmedi; ama kardeşlik ve barışı önemseyen çevrelerden olumlu tepkiler aldı. Projenin ikinci klibi, Kürtçe bir iş şarkısı olan “Mîrkut”a çekildi. Bu klipte Bgst'li dansçıların Mîrkut şarkısı için hazırladığı ve dans-müzik gösterilerinde icra edilen dansa yer verildi.

Avrupa'da yaşayan ünlü Kürt müzisyen Şivan Perwer'in Eylül 2000'de piyasaya çıkan 'Roj û Heyv' (Güneş ve Ay) adlı albümünün müzik yönetmenliğini ve düzenlemelerini üstlenen Kardeş Türküler kadrosu, daha sonra Yılmaz Erdoğan ve Ömer F. Sorak'ın yönetmenliğini yaptığı 'Vizontele' ve Yılmaz Erdoğan'ın yönettiği ‘Vizontele Tuuba' filmlerinin müziklerini hazırladı. 'Vizontele' filminin müzikleri 2001'de, 'Vizontele Tuuba'nın müzikleri ise 2004'te film müziği albümü olarak Kalan Müzik etiketiyle yayınlandı.

'Vizontele' film müziği, Ekim 2001 tarihinde 38.si düzenlenen Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde 'En İyi Film Müziği' ödülünü aldı. Sinema Yazarları Derneği (SİYAD) tarafından da aynı ödüle lâyık görüldü.

2002 yılında, yine çokkültürcülük konseptiyle hazırlanan 'Hemâvâz' (Kalan, 2002) albümü, Avrupa baskısıyla da (Connecting Cultures, 2003) uluslararası dinleyiciye ulaştı. Projenin son albümü “Bahar” yine Kalan Müzik etiketiyle 2005'te çıkarıldı. “Bahar” albümünde Anadolu, Trakya ve Mezopotamya halkları için “yeniden doğuş”u simgeleyen bahar bayramları şarkılarına ve bir arada yaşama umuduna vurgu yapıldı.

Konserler / Gösteriler

Kardeş Türküler, 1994 yılından beri Türkiye içinde ve dışında birçok konser verdi, festivallere katıldı. İstanbul, Kocaeli, Düzce, Samsun, Ankara, İzmir, Mersin, Bursa, Altınoluk, Denizli, Adana, Antakya, Urfa, Mardin, Antep, Diyarbakır, Eskişehir, İzmit, Van, Hakkari, Varto, Çanakkale, Batman, Tunceli ve Kıbrıs'ta verilen konserlerin sayısı 130'u geçti. Anadolu'ya düzenlediği turnelerinin yanı sıra Türkiye'de düzenlenen kültür ve sanat festivallerine ve üniversitelerin çeşitli etkinliklerine de katılan Kardeş Türküler, zaman zaman farklı sanatçılarla da sahne paylaştı. Ermeni duduk ustası Civan Gasparyan ile birlikte çıkılan İstanbul konseri bu ortaklıklardan biriydi.

2000 yılından itibaren her yıl Cemil Topuzlu Harbiye Açıkhava Tiyatrosu'nda sergilenen Kardeş Türküler dans-müzik gösterilerinde Boğaziçi Üniversitesi Folklor Kulübü öğrencileri ve birçok sanatçı aynı sahneyi paylaştı. Aynur, Hakkari Dengbêjleri, Cemil Topuzlu'da bir araya gelinen sanatçılar arasındaydı.

Avrupa'da da çeşitli festival ve etkinliklere katılan ve turneler düzenleyen Kardeş Türküler Projesi, 1998'den beri Hollanda'da (Rotterdam, Amsterdan, Utrecht, Den Hag), İsviçre'de (Zürich, Münchenstein), Belçika'da (Gent, Roeselare, Leopoldsburg, Dendermonde, Genk, Brüksel), İngiltere'de (Londra), Almanya'da (Leverkusen, Kemnade-Bochum, Stuttgart, Münih, Berlin, Köln, Hamburg, Frankfurt, Dortmund, Rudolstadt, Essen), Fransa'da (Paris, Strasbourg, Lyon), İspanya (Cartegena) ve Avusturya'da (Viyana) 60 konser verdi. Turks Muziekfestival (Hollanda), Intercultureel Torrepoort (Belçika), Culturele Week Turkije (Hollanda), Kemnade International (Almanya), Kopru (Bridge) Turkije Festival (Hollanda), 3e Strasbourg-Mediterranee (Fransa), Rudolstadt (Almanya), Cartegena (İspanya), Şimdi-Now (Belçika, Almanya), Stimmen (İsviçre) festivallerine bazen konser bazen dans-müzik gösterisi formatıyla katıldı.


Sesler Bir Arada….

Kardeş Türküler Projesi, 2006 Haziran'ında Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu'nda sergilediği gösterisinde İstanbul ve Diyarbakır'daki amatör korolar ve müzisyenlerle sahneyi paylaştı ve 140 kişinin sahneye çıktığı bir dans-müzik gösterisi sundu. Gösteri, farklı dil, din ve kültürlerin bir arada yaşama isteğinin sahne üzerinde daha somut ifade edilebileceği bir gösteri projesi olarak gündeme geldi.
Gösteride, BGST ve Boğaziçi Üniversitesi Folklor Kulübü (BÜFK) ile birlikte, Ermenice şarkılar söyleyen Sayat Nova Korosu, Laz Kadın Korosu Dalepe Nena, Roman müzisyenler Sarıköylü Tevfik ve Arkadaşları, Diyarbakır Belediyesi Çocuk Korosu ve Mitrib çocuklardan oluşup Diyarbakır Sur Belediyesi çatısı altında çalışmalarını yürüten Gêdén Bajer Ritim Topluluğu sahne aldı. Kardeş Türküler bu “Sesler Bir Arada…” ile,

dayanışma yoluyla ortak bir gösteri hazırlamayı ve "toplumsal barış" talebini daha güçlü bir şekilde ifade etmeyi hedefledi. Önümüzdeki dönemlerde, Kardeş Türküler projesi çerçevesinde, amatör müzik çalışmaları yapan grup ya da topluluklarla birlikte araştırmalar yapılması; bu araştırmalardan çıkacak sonuçların çeşitli dergi, kitap vb. yayınlar aracılığıyla kamuyla paylaşılması ve düzenleme deneyimlerini birlikte geliştirerek; ortaya çıkacak ürünlerin “Sesler Bir Arada” projesinde olduğu gibi birlikte sergilenmesi planlanıyor.

Kardeş Türküler Projesi'nin Müzikal Olanakları

Tüm bu konserlerin yanı sıra gidilen şehirlerde dinleyicilerin katıldığı pekçok söyleşi düzenlendi ve Kardeş Türküler Projesi, dinleyicilerin yorum ve soruları çerçevesinde tartışıldı. 2005'ten bu yana “Kardeş Türküler Projesi'nin Müzikal Olanakları” başlıklı bir sunumla, on yılı aşkın bir sürede edinilen düzenleme deneyimleri, Kardeş Türküler düzenlemelerinden örnekler dinletilerek dinleyicilere aktarılıyor. Sunumun sonunda bazı şarkılar izleyicilerle birlikte seslendiriliyor. Bu sunum bu güne kadar Diyarbakır , İstanbul ve Ankara'da gerçekleştirildi. Önümüzdeki dönemde de çeşitli üniversite kampüslerinde ve etkinliklerine taşınmaya devam edilecek.


Metin Kemal Kardeşler Dersim'in Pülümür ilçesine bağlı üç haneli bir dağ köyünde dünyaya geldiler. Çocukluklarının ilk yıllarını Erzincan'da geçiren kardeşler daha sonraları ise yazları Dersim'de köyde, kışları Erzincan'da olmak üzere yaşamlarını sürdürdüler. Bu onlara iki ayrı kültüre de tanıklık etme imkanı sağladı. Bu yüzden Erzincan'da konuşulan Türkçe'yi de, Dersim'de konuşulan Zazaca'yı da kendi dilleri saydılar. İlk, orta ve lise eğitimlerini Erzincan'da tamamladılar.
Kemal Kahraman 1983 yılında İstanbul Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı bölümüne girdi. Ancak 1984 yılında bu okulu bırakarak Ankara'da ODTÜ Felsefe bölümüne başladı.
Metin Kahraman ise 1984 yılında Marmara Üniversitesi, Basın Yayın Yüksek Okulu, Radyo Televizyon bölümüne girdi. 1985 yılında da, bu okulda okuyan bir kaç arkadaşıyla birlikte Grup Yorum'u kurdu. Aynı yıllarda Kemal'de Ankara'da çeşitli amatör müzik gruplarında yer aldı. 1991 yılında tekrar bir araya gelen kardeşler 1993'te iki yıllık çalışmalarının ürünü olan "Deniz Koydum Adını" adlı ilk albümlerini gerçekleştirdiler.



Daha sonra Kemal eğitim amacıyla Almanya'ya yerleşti. Metin'de zaman zaman Almanya'ya giderek birlikte müzik çalışmalarını sürdürdüler. 1995 yılında kayıtlarını Berlin ve Türkiye'de gerçekleştirdikleri ikinci albümleri "Renklerde Yaşamak" bu sürecin ürünü oldu. 1990 yılından itibaren Dersim ve Erzincan yöresinde derleme çalışmaları yaptılar.
Bölgenin tarihi ve sözlü edebiyatı, inançları, günlük yaşamı, adetleri, müziği gibi çeşitli konuları içeren bu çalışmaların ilk ürünü de Zazaca, Türkçe ve Kurmanci olmak üzere, o yörede konuşulan dillerde yaşlıların kendilerinin çalıp söyledikleri türkülerden oluşan "Yaşlılar Dersim Türküleri Söylüyor" albümü olmuştur. Bu albüm, derleme çalışmaları yapanlara güzel bir örnek oluşturmuş ve olumlu tepkiler almıştır. Albüm aynı zamanda kendi türünde belgesel bir çalışma niteliğindedir. 1990 yılında, kayıtlarını Berlin'de gerçekleştirdikleri albümleri "Ferfecir" ile yeniden dinleyicileriyle buluşan kardeşler, halen Berlin'de yaşamakta ve çalışmalarını bu şehirde sürdürmektedirler.
Kardeşler 1997'den beri birlikte müzik yaptıkları Serdar Keskin ve 1995'te Berlin'de tanıştıkları Dorethea Marien'i en önemli müzik ve yol arkadaşları olarak görüyorlar. Besteleri ve şarkı sözleri kendilerine ait olan Metin & Kemal Kahraman kardeşlerin çalışmaları başka müzisyenler tarafından da seslendirilmiştir. Her ikisi de saz, cura ve gitar çalmakta ve şarkı söylemektedir.

Neşet Ertaş,  halk ozanı ve halk müziği şarkıcısı. Abdallık geleneğinin son büyük temsilcisi. Yaşar Kemal, Ertaş'ı "Bozkırın Tezenesi" olarak adlandırmıştır.

Babası bağlama ustası Muharrem Ertaş, annesi Döne Ertaş'tır. 8 yaşına kadar doğduğu köy olan Kırtıllar Köyü'nde yaşamış, sonrasında ailesi ile birlikte İbikli Köyü'ne yerleşmişlerdir. 12 yaşındayken annesi Döne'yi kaybetmiştir. Babası Muharrem Ertaş, Yozgat'ın Kırıksoku Köyünden Arzu isminde bir kadınla evlenince bir süre bu köyde yaşadıktan sonra Yozgat'ın Yerköy ilçesine yerleşmişlerdir. Ertaş, ilkokula gittiği yıllarda önce keman, sonra da bağlama çalmayı öğrendi. Babası Muharrem Ertaş ile birlikte yörenin düğünlerinde sazı ile türküler söylemeye başladı. Ertaş, etkilendiği tek kişinin babası Muharrem Ertaş olduğunu söyler. Bu durumu şu şekilde ifade eder; "Babamla ben aynı ruhun insanlarıyız.".



Neşet Ertaş, Kırşehir ve ardından 2 yıl da Kırıkkale'de bulunduktan sonra 1957 yılının sonunda İstanbul'a gelerek Şen Çalar Plak'ta ilk plağını Neden Garip Garip Ötersin Bülbül adı ile babası Muharrem Ertaş'a ait bir türküyle çıkarır. Halk tarafından çok beğenilen bu plağı diğer plak, kaset ve halk konserleri takip eder. 2 yıl İstanbul'da çalıştıktan sonra Neşet Ertaş Ankara'ya yerleşir ve sahne hayatına burada devam eder. 1962'de İzmir Narlıdere'de askerliğini yapar. Askerliğini yaptıktan sonra Ankara'da çalıştığı gazinoda Leyla isminde bir kızla tanışır ve hemen evlenir. Babası Muharrem Ertaş, Neşet'in bu evliliğine şiddetle karşı çıkar. Bu olaylardan sonra Neşet Ertaş ve Muharrem Ertaş uzun yıllar konuşmazlar. Neşet Ertaş ve Leyla Ertaş'ın bu evlilikten Döne, Canan adında iki kız ve Hüseyin adında bir erkek çocukları olur. 7 yıl evli kaldıktan sonra 1970'lerin başlarında ayrılırlar. 1978 yılında alkol ve sigara kullanımından dolayı parmaklarından felç geçirir ve işsiz kalır. Kardeşinin daveti üzerine Almanya'ya gider. Tedavi olur. Çocuklarının eğitimi ve sanatsal çalışmalarından dolayı uzun bir süre Almanya'da kalan sanatçı, 2000 yılında İstanbul'da verdiği konserle sahne hayatına geri dönmüştür.
Demirel zamanında kendisine sunulan 'devlet sanatçılığı' unvanını; "O dönem Süleyman Demirel cumhurbaşkanıydı. Devlet sanatçılığı bana teklif edildi. Ben, 'hepimiz bu devletin sanatçısıyız, ayrıca bir devlet sanatçısı sıfatı bana ayrımcılık geliyor' diyerek teklifi kabul etmedim. Ben halkın sanatçısı olarak kalırsam benim için en büyük mutluluk bu. Şimdiye kadar devletten bir kuruş almadım, bir tek TBMM tarafından üstün hizmet ödülünü kabul ettim. Onu da bu kültüre hizmet eden ecdadımız adına aldım." diyerek geri çevirmiştir. Halk bu tavra destek vermiş ve Neşet Ertaş âdeta yaşayan bir efsane olmuştur. Unesco Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması Sözleşmesi kapsamında yapılan ulusal envanterlerden Yaşayan İnsan Hazineleri Türkiye Ulusal Envanterine alınarak yaşayan insan hazinesi kabul edilen Ertaş, 25 Nisan 2011 tarihinde İTÜ Devlet konservatuvarı tarafından fahri doktora ödülüne layık görülmüş, bağlamadaki tavrı ve türküleri konservatuvarlarda ders olarak okutulmuştur. Hayatı ve eserleri Doç. Dr. Erol Parlak tarafından iki ciltlik bir kitap hâlinde yayımlanmıştır.
 25 Eylül 2012 tarihinde İzmir'de tedavi gördüğü hastanede ileri evrede prostat kanseri nedeniyle yaşamını yitirmiştir. Cenazesi Kırşehir Bağbaşı Mezarlığında toprağa verilmiştir. Mezarı ise babası Muharrem Ertaş'ın yanındadır. Mezar taşında ise ''Sakin ol ha, insanoğlu. İncitme canı, her can bir kalp, Hakk'a bağlı. İncitme canı, incitme.'' yazılıdır.
Neşet Ertaş’ın adı Kırşehir'deki caddelerde, okullarda bulunmaktadır, ayrıca babası Muharrem Ertaş’la birlikte bir de anıtı bulunuyor. Dünyada robot heykeli yapılmış ilk saz sanatçısıdır. Android heykeli dünyaca ünlü heykel sanatçısı Adil Çelik tarafından yapılmış, Kırşehir Neşet Ertaş Gönül Sultanları Kültür Evi'nde yerini almıştır.


1975 yılında Diyarbakır’da doğan Mehmet Atlı ilk ve ortaöğrenimini Diyarbakır ve Ankara’da tamamladı. Ergani kökenli ve on çocuklu bir ailenin altıncı çocuğudur. Ergani, Diyarbakır ve Elazığ-Maden kültürünün özelliklerini bir arada barındıran ve Kurmanci, Zazaki ve Türkçe’nin konuşulduğu bir yöredir. Atlı, bu dillerin konuşulduğu bir aile ortamında ve Diyarbakır’ın Bağlar semtinde Çüngüşlü Türkmen, Balkan ya da Kafkas göçmeni Türk; Mardinli, Batmanlı Arap, Zazaca ve Kurmanci konuşan Kürt ailelerle; alevi demiryolcu ailelerin bulunduğu çok kültürlü bir mahallede yetişmesini şans olarak değerlendirmektedir.



Çocukluk yıllarından itibaren müziğe, enstrümanlara, mahalle düğünlerine ilgi duydu. Abilerinin yardımıyla değişik müzik türleriyle tanıştı; bağlama, mandolin ve org çalmaya başladı.

Amatör okul gruplarında bağlama çalarak başladığı müzik hayatını, 1993 yılında üniversite sınavını kazanarak mimarlık eğitimi almak üzere gittiği İstanbul’da Koma Denge Azadi ile profesyonel olarak sürdürdü. Grubun 1994’te yaşadığı dönüşüm sonucu oluşan yeni kadrosunda, besteci, şarkı sözü yazarı ve solist olarak yer aldı. Aynı süreçte gitar çalmaya başladı. Kısa süreli bir solfej ve armoni eğitimi dışında akademik müzik eğitimi almadı.

1994-1999 yılları arasında grubun yurtiçinde ve yurtdışında sahne aldığı pek çok programda ve konserde bulundu. Koma Dengé Azadi’nin 1995 tarihli “Welaté min” ve 1998 tarihli “Fedi” adlı albümlerinin kayıtlarında yer aldı. Grubun, sevilen “No Çi Halo”, “Fedi”, “Mihemedo”, “Megri”, ” Dile Xemgin”, “Ez te baş nas dikim”, “Bejné” gibi pek çok şarkısına besteci ve söz yazarı olarak imza attı.

Sanatçı bu albümlerde arkadaşlarıyla birlikte Kürt Müziği’nin geleneksel kaynakları ile ilişki kurmaya çalışarak halk şarkılarının batı enstrümanları ile icra edilmesi ve bu eserlerin çokseslendirilmesi, şarkıların orijinal dokularından beslenen varyantlarla zenginleştirilmesi konularında çalışmalar yaptı. Öte yandan, modern Kürt şiirinin seçkin örneklerini besteleme uğraşına girişti. Fedi, Mihemedo, Keçikek ve Megri gibi şarkılar bu çabanın ürünleridir. Bir yandan da şarkı sözleri yazmaya başlayan müzisyen, giriştiği, Kurmanci ve Zazaca olarak güncel bir şarkı sözü dili yakalama uğraşını bugün de sürdürmektedir.

1997 ile 2000 yılları arasında Koma Dengé Azadi ile çalışmaları sürerken bir yandan da Ferda Ereren yönetiminde, Marmara Üniversitesi Konservatuar Bölümü öğrencilerinden oluşan “Üç Deniz Topluluğu” nda Çoksesli Anadolu Müziği çalışmalarına enstrümanist olarak katıldı.

Koma Dengé Azadi’nin 1999’daki dağılışının ardından üniversite eğitimini tamamlayarak Diyarbakır’a yerleşti ve mimarlık ofislerinde mimar olarak çalışmaya başladı. Bu dönemde müzik çalışmalarını solo olarak sürdüren sanatçı albüm hazırlıklarına da Diyarbakır’da başladı. Diyarbakır’da yaklaşık iki yıl süreyle kaval sanatçısı İrşad İpek’le birlikte Kebikeç Kültür Merkezi’nde düzenli olarak akustik dinletiler verdi.

2003 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi’nde Mimarlık Tarihi ve Kuramı alanında master yapmak üzere tekrar İstanbul’un yolunu tuttu. Bu alandaki akademik çabası hala sürmektedir.

Aynı yıl Metin-Kemal Kahraman, Serdar Keskin gibi müzisyenlerle birlikte Lizge Müzik Atölyesi’nde yer aldı. Fedi’nin kayıtlarından beri beraber çalıştığı müzisyen Sinan Zarakolu ve Serdar Keskin’le ve atölyenin diğer emekçileriyle birlikte hazırladığı ilk solo albümü “Jahr: Stranen Be Zeman u Be Ziman” adıyla ve Lizge Müzik etiketiyle 2003 yılında yayınlandı.

Jahr’da, gitarı merkeze alan bir düzenleme anlayışı ile söz ve müzikleri çoğunlukla kendisine ait olan ve günlük hayatta konuşulan Kürtçe’nin olanakları ile kentli bireyin sorunlarına yaklaşmayı deneyen pop şarkıların yanı sıra, modern Kürt şiirinin etkili kalemlerinden Arjen Ari’nin şiirlerine yaptığı besteler yer aldı. Geleneksel müziğin birikimi üzerine inşa etmeye çalıştığı yenilikçi şarkılarda, batı müziğinin değişik formları ile de ilişki kuran ve büsbütün belli bir tarza yaslanmamayı tercih eden sanatçının, zengin melodileriyle dikkat çeken ilk solo denemesi Jahr, geniş bir genç dinleyici kitlesi tarafından sevildi.

Mehmet Atlı, şarkı formundaki bu çalışmalarının dışında 1998 yılında yönetmenliğini M. Hakan Demiralay ve İsmail Sancak’ın yaptığı “ Hayalet” adlı belgeselin ve 2004 yılında Seyri Mesel Tiyatrosunun Erdal Ceviz’in yönetmenliğinde sahnelediği “Mesela Ne Kadar Uzax?” adlı oyununun müziklerini yaptı. Şarkılarından “No Çı Halo” ABD’de Zaza kültürü üzerine yapılan bir belgeselde, “Wey Gidi” ise Kürt göçmenleri konu edinen bir Alman filminde kullanıldı. Son olarak, Mezopotamya Kültür Merkezi oyuncularının, Apo Kaya’nın yönetmenliğinde sahnelediği ve kadının evrensel sorunlarını görsel malzemeye ve dansa dayalı bir performansla tartışan “Be Zeman u Be Ziman” adlı oyuna; yine MKM oyuncularından Kemal Orgun’un yazıp oynadığı “Nobedaré Deriyé Cinneté” adlı tek kişilik oyuna Jahr’daki müzikleri ile destek oldu. Sanatçının kimi şarkıları Nilüfer Akbal tarafından da yorumlandı.

Uzun bekleyiş ve emeğin ardından 2008 yılında çıkardığı ikinci solo albümü ” WENDA ” , dinleyici kitlesi tarafından oldukça beğenildi.

Halen Mardin Artuklu Üniversitesi Mimarlık Fakültesinde Öğretim görevlisi olarak çalışan müzisyen ,bir süredir pek çok sanatçı arkadaşı ile birlikte Kürt müzisyenlerinin kurumsal bir yapı içinde dayanışması ve Kürtçe sözlü müziklerin daha özgür ve profesyonel koşullarda icra edilebilmesi için uğraş veriyor. Mehmet Atlı şu sıralar, şarkılarından ve enstrümantal çalışmalarından oluşan iki ayrı albüm projesi üzerinde çalışıyor.

1975 yılında Doğanköy, Çemişgezek, Tunceli'de doğmuş ve gençlik yıllarında Ateş Yanmayınca, Seyir, Keçe Kurdân ve Nûpel adlı dört albüm çıkartmış, Türkiye ve dünyanın çeşitli yerlerinde konserler vermiş. Aynı zaman da Kürtçe ve Türkçe birçok şarkısı vardır.[3] Yavuz Turgul'un Gönül Yarası ve Fatih Akın'ın İstanbul Hatırası: Köprüyü Geçmek filmlerinde şarkılarıyla yer almıştır. Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü filminin müzik albümünde de bir parça seslendirmiştir. Metin Kemal Kahraman, Orient Expressions, Kardeş Türküler, Ahmet Aslan - Mikail Aslan ve daha birçok müzisyenin albümlerinde yer almıştır. Birçok müzisyenle birlikte dünyanın ve Türkiye'nin çeşitli yerlerinde konserler vermiştir.

[accordion] [item title="Albümleri"]
  • 2002: Seyir
  • 2004: Keçe Kurdan (Kürt Kızı)
  • 2005: Bahar, Kardeş Türküler
  • 2005: Miraz (İstek), Mikail Aslan ile birlikte
  • 2005: Nûpel (Yeni Yaprak)
  • 2010: Rewend (Nomad/Göçebe)
  • 2013: Hevra (Beraber/Birlikte) [/item]

 [item title="Konuk olduğu albümler"]
  • 2016: Hawniyaz (Cemil Qoçgiri) 
  • Güldünya Şarkıları, (2008)
  • Zülfü Livaneli Bir Kuşaktan Bir Kuşağa, Dağlara Küstüm Ali (2016)
  • Cemil Qocgiri, Tembur & Harp (2015), Heya (2005)
  • Kardeş Türküler, Bahar (2005)
  • Mercan Dede, Nefes (Breath), (2006)
  • Mikail Aslan, Miraz (2005)
  • Orient Expressions, Divan, (2004)
  • Nederland Blazer Ensemble, Turqoıse (2006)
  • Mor ve Ötesi, Mermiler (2012)
  • A. Rıza - Hüseyin Albayrak, Böyle Buyurdu Aşık (2013), Şah Hatayi Deyişleri (2005 )
  • Metin Kemal Kahraman, Ferfecir, (1999), Sürella, (2000)
  • Lütfü Gültekin, Gül Türküleri (2003), Derman Bizdedir, (1999)
  • Grup Yorum, Yürüyüş, (2003)
[/item] [/accordion]


1954 yılında Ankara‘da doğdu. Müzikle ilgilenmeye, çocukluğunun geçtiği Elazığ’da başladı. Keman ve bağlama öğrenmeye de o yıllarda yöneldi. Liseyi Ankara’da tamamladıktan sonra özellikle babasının isteği üzerine fizik-kimya öğrenimi görmek için Almanya’ya gitti.

1973 yılında gitar öğrenmeye başlayan Oğur, Doğu müziğindeki sesleri de kullanabilme gereksinimden dolayı birkaç yıl içinde perdesiz gitarı yaparak müziğe kazandırdı. Almanya ve Avrupa’nın öteki ülkelerinde gitarcı olarak çalıştı.




1980 yılında İTÜ Türk Müziği Devlet Konservatuarına girdi. 5 yıllık eğitimi tamamlayan Erkan Oğur, askerlik dönüşü sonrasında konservatuarda ud dersleri verdi. Aynı dönemlerde öncelikle Fikret Kızılok ve Bülent Ortaçgil olmak üzere birçok müzisyene perdesiz gitarla eşlik etti. Birçok konser verdi.

1989’da Amerika’ya giderek birçok sanatçıyla ağırlıkla Blues olmak üzere çalışmalar yaptı. Perdesiz gitarın Batı müziğe girmesini sağlayan Oğur’un, perdesiz gitarla yaptığı bir albüm Almanya’da liste başlarına tırmandı.

Müzikteki arayışlarının yanında, çalgılardaki geliştirme çalışmalarını Kemal Eroğlu ile birlikte sürdürmektedir.

Türkiye ve Türkiye dışında birçok konser veren Oğur, Fahir Atakoğlu, Bülent Ortaçgil, İsmail Hakkı Demircioğlu ve Okan Murat Öztürk gibi birçok sanatçıyla çalışmalarını sürdürmektedir.


19 Ağustos 1980 tarihinde Halil İbrahim ve Kevser Altunsaray'ın oğlu olarak Kırşehir'de doğan İsmail Altunsaray, 12 yaşında bağlama çalmaya başladı. 1997 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı Temel Bilimler Bölümü’nü kazandıktan sonra öğrenimi boyunca kendi üniversitesi başta olmak üzere çeşitli üniversite ve toplulukların ulusal ve uluslararası etkinliklerinde yer aldı. 



2002 yılında konservatuvar eğitimini tamamlayan Altunsaray, 2003 yılında TRT İstanbul Radyosu Türk Halk Müziği Birimi’ne akitli sanatçı olarak kabul edildi. Bu dönemde çeşitli televizyon ve radyo programlarında icracı ve solist sanatçı olarak yer aldı
2005 yılında Haliç Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Musikisi Ana Sanat Dalı Yüksek Lisans Programı’nda lisansüstü eğitimini başarıyla tamamladı.
İTÜ Halk Bilimleri ve Sanatları Kulübü’nün 2006 yılından beri düzenlemekte olduğu; Neşet Ertaş, Musa Eroğlu, Erkan Oğur gibi ustaların da katılımıyla gerçekleşen  “İTÜ Bağlama Günleri” etkinliğinde solo performanslar gösterdi.
2008 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Başbakanlık Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi TİKA’nın desteğiyle düzenlenen 9. Uluslararası Sürmeli Festivali bünyesindeki ”Nida Tüfekçi Altın Bağlama Kültür Sanat Ödülleri” adını taşıyan organizasyonda Türk Halk Müziği İcracılık Dalı’nda Teşvik Ödülü aldı.
İsmail Altunsaray, 22 Nisan 2009 tarihinde Avrupa’nın en prestijli konser salonlarından Berliner Philharmoniker Chamber Music Hall’da, “Bozlak ve Flamenko” sentezinin başarıyla gerçekleştiği bir konsere imza attı. “Alla Turca: Orient and Occident Meet for a Cultural Dialogue of Instruments and Voices” başlıklı konserde, kendisine kopuz ve perdesiz gitarda Erkan Oğur ile İspanyolların dünyaca tanınmış Flamenko gitaristi Paco Pena ve geleneksel anlamda dünyaca tanınmış vokallerinden biri olan Miguel Ortega eşlik etti.


1948 yılında, aslen Makedonyalı Türk göçmen bir ailenin çocuğu olarak Muğla'da dünya geldi. Babasının tayini nedeniyle küçük yaşta Van'a yerleşti ve 10 yaşına kadar orada yaşadılar. Türk halk müziğinin ve protest müziğin önde gelen adlarından biri olan Selda Bağcan, müzik yaşamına 1971'de Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Fizik Mühendisliği öğrencisiyken başladı. Çıkardığı ilk iki 45'lik plak bir milyon dolayında satılınca, meslek olarak müziği seçmeye karar verdi.
2010 Grammy Ödülleri'ne en iyi rap albümü ve en iyi rap performansı dallarında aday gösterilen Brooklynli hip-hop sanatçısı Mos Def, son albümü The Ecstatic'te yer alan "Supermagic" adlı parçada "İnce İnce Bir Kar Yağar" türküsünü kullandı. Selda Bağcan'ın 1976'da piyasaya sürdüğü Türküola albümünde yer alan Aşık Mahzuni Şerif'in "İnce İnce Bir Kar Yağar" türküsü, Electronic Arts adlı oyun şirketinin piyasaya sürdüğü Skate 2 oyununda da Mos Def uyarlamasıyla yer aldı. Gerçek adı Dante Terrell Smith-Bey olan Amerikalı aktör ve müzisyenin albümünde bu türküyü kullanması, albüm kritiklerinde Bağcan'dan bahsedilmesine, birçok müzik dergisinde Selda Bağcan adının geçmesine yol açtı.
İspanyol müzik araştırmacısı Vicente Fabuel’in Selda Bağcan hakkındaki yorumu ise şöyle: “Türk vokalisti Selda, doğu kültüründen çıkmış sayılı efsanevi kadın seslerden biridir. O büyük çöllerin ortasında az bulunur vahalar gibidir. Bir insan nasıl bu kadar çevik, bu kadar derin, bu kadar yaratıcı ve bu kadar hissederek şarkı söyleyebilir.”

Bajar, Kürtçe’de “şehir” anlamına gelir. Bajar, Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğunun bir projesi olan Kürtçe, Zazaca ve Türkçe folk rock müzik grubudur. Vokalde Vedat Yıldırım ve Burak Korucu, elektro gitarda Cansun Küçüktürk, bas gitarda Ari Hergel, klavyede Ferhat Güneş ve davulda Erdem Göymen yer almaktadır.



Bajar Albümleri 
Nêzbe / Yaklaş (2009)
B’xêr hatî / Hoşgeldin (2012)
Babamın Kanatları Orijinal Film Müzikleri (2017)

Bajar’ın Yer Aldığı Albümler 
…bir eksiğiz – Cinayet Saati 2014

Bajar’ın Aldığı Ödüller
2016 – 23. Altın Koza Film Festivali – En İyi Müzik Ödülü[8] Kazandı
2016 53. Uluslararası Antalya Film Festivali En iyi Müzik Ödülü Kazandı
2017 49. Sinema Yazarları Derneği Ödülleri En İyi Film Müziği Kazandı
2017 28. Ankara Uluslararası Film Festivali En İyi Özgün Müzik


Mikail Aslan 1972 yılında Dersim´de doğdu. 1994 yılında mülteci olarak Almanya´ya yerleşti. Bu dönemden itibaren müzikle daha yoğun ilgilenmeye başladı. Çocukluk yıllarından beri bağlama çalan Mikail Aslan ana dilinde ilk bestelerini Malatya´da okuduğu dönemlerde yaptı. Yıllarca hayalini kurduğu ana dilindeki ilk solo albümünü (Agêreyis) 1998 yılında Almanya´da kaydetti.




2000 yılında Michael Weil ve Dieter Schmalzried ile beraber “Mikail Aslan Ensemble”ı kurdu. 2001 yılında iki yıl süren bir hazırlığın ardından, Almanya` nın Mainz kentindeki Peter Cornelius Konservatuvarı´nda klasik gitar bölümünü kazandı. 2005 yılında klasik gitar öğretmeni olarak bu konservatuvardan mezun oldu. Albüm çalışmaları yanında bir de Zazaca deneme kitabı bulunmaktadır.

2005 yılında otantik müziğini Senfoni Orkestrası ile buluşturma fikrini hayata geçirdi. „Connections - Remayıse Munzuri“ adlı eserini Alman besteci Gerhard Fischer-Münster ile beraber işleyip Almanya da sergiledi. Alman basınında büyük ilgi gören bu eser, çeşitli Radio ve TV’de de yayınlandı. Bu çalışmaları dışında çeşitli belgesel filmlere de müzik yaptı: Barbara Trottnow, „Kadir - der Baumwollbauer“ (2003) ve „Emine aus İncesu“ (2005). "Kick off" 2009 - Hüseyin Tabak (Prodüktör Josef Aichholzer), „Iki Tutam Şaç“- 2010 Nezahat Gündoğan.

Diğer çalışmaları Agêrayis (1999), Kilıtê Kou (2003), Miraz (2005), Zernkut (2008), Pelguzar (2010), Petag ( Dersim Ermeni Hak Sarkıları 2010), Hayig (zazaca kitap-deneme, 2010), Repertuar (Sanatçının bugüne kadar söylediği tüm şarkıların nota ve sözlerini içeren kitap, 2012) ,Xoza (2013),

Venge Royi (2015) Siverekli şair ve söz yazarı Kadir Büyükkaya'nın bestelerini deneyimli müzisyenlerle birlikte icra eden Mikail Aslan'ın yeni albüm çalışması iki yıl süren titiz bir çalışmanın sonunda tamamlanabildi. Siverek'in geleneksel müziği açısından bir ilk olan ve bundan dolayı da tarihi öneme sahip bu albüm, kaybolmakla yüzyüze olan Siverek Dımılicesine yeni bir soluk aldırıyor.


Koma Hîvron, 2000'li yılların başında Êlîh(Batman)’de müzikle uğraşmaya başlamıştır. Bir süre sonra konserler veren grup yörede tanınmıştır. 2007 yılında 9 şarkının söz ve müziği gruba ait olan toplam 11 şarkıdan oluşan ilk albümlerini çıkarmışlardır. İlk olarak Rojda’dan duyduğumuz “Xeriba beyani” adlı anomin şarkıyı grup üyelerinden Nusret, annesinin yardımıyla gün ışığına çıkartmıştır




Hîvron 2000'li yılların başında Batman'da müzikle uğraşmaya başladı. Bir süre sonra konserler veren Hivron yörede tanındı. 2007 yılında 9 şarkının söz ve müziği ait olan toplam 11 şarkıdan oluşan ilk albümünü çıkardı. Nusret, annesinin yardımıyla gün ışığına anonim eserleri gün ışığına çıkartmaya çalışıyor. Kürt müziğini, Batı müziğinin farklı tarzlarıyla sentezleyip kendilerine özgün bir tarz oluşturmaya çalıştıklarını belirten Nusret ; Acıyı-tatlıyı, sevinci-hüznü, güzeli-çirkini, sevgiyi-nefreti kısacası insanı insan yapan bütün her şeyi içinde barındıran iç dünyamızdan beslenerek müzik yaptıklarını belirtiyor. Hîvron, Batman'da kürtçe müzik çalışmalarını sürdürüyor. Dinlediğimiz müzikte kendimizi kesinlikle sınırlandırmıyoruz. Dinlediğimiz her müziğin bize bir zenginlik kazandıracağına inanıyoruz. Nasıl ki bir yazar farklı kişileri okuyarak yazın ruhunu zenginleştiriyorsa, aynı şekilde bir müzisyen de müzik ruhunu değişik müzikleri dinleyerek zenginleştirir.

"Müziğin ruhunu, aşktan başka bir şeyle anlatamam" diyen Percy Bysshe Shelley, Umut Altıncağ'ın müziği ile olan ilişkisini tanır gibi konuşmuş.
28 Haziran 1974 hastaneye yetişmeden yolda dünyaya gelmiş Umut Altıncağ. Belki bu yüzdendir hayatında yolculuklar vazgeçilmez olmuş. Çocukluk ve gençliği Dersimde her sabah yüzünü güneşe dönen masal zamanlarında ve masal dilinde geçiyor. Çocuk yaştan itibaren eski Dersim kılamlarını köyün yaşlılarına söyleyerek bu Aşkın tılsımına değiyor.
Onun için müzik aslında ses ve nefes verirken sessiz olmaktır. Sonsuz armoni evrenin kendi sesidir sessizliğin içerisinde. Bu sessizliğin içerisinde bir arayıştır Umut şarkıları yaratmak ona göre.
Köy yaşlılarının onlara kendi ana dilleri olan Zazaki de anlattıkları masallarla büyür. ilkokul çağlarında Türkçe ile tanışıncaya kadar tek konuştuğu dil Zazaki olur. Dersimde 12 Eylül sonrası dönemin Belediyesi tarafından organize edilen bir etkinlik kapsamında söylediği bir Zazaki parça ile serüven onun icin başlar.

O dönemde hiç bir kimse büyük kitlelere Zazaki söylememiştir. Sanatçı o etkinlikte Zazaca bir parça söyleyerek herkesin gönlünü fetheder ve bununla birlikte insanlar kendi dilinde ilk defa alenen bir şarkı duyarlar ve zincerler bir yerinden kopar. Bu sevgi seli Onu bir halkın acısını, dilini, sevincini, hikayelerini söylemesi icin yollara düşürür. Ve İstanbul macerası başlamış olur. 1991 yılında halk müziğinin üstadı Arif Sağ ile tanışır ve onunla birlikte "Umut yüklü Bahar" albüm çalışmalarına başlarlar. O zamana kadar Barış Erdoğan olan sanatçı bu albümle birlikte Umut Altıncağ ismini alır. Istanbul macerasına 1996 yılında çıkardığı „Düşler Vadisi“ albümü eklenir.
Zorunlu olarak 1996 yılından itibaren bu sevdaya rotasını yurtdışına çevirerek devam eder. Yurtdışında sayısız etkinlik ve konserlerde bu sevdayı ilmek ilmek haykırır. Bu süreç içerisinde beslendiği topraklara ve o Aşka olan özlemini, biriktirdiği bestelerle Fuat Saka ile tanışır ve "Mevsimsiz kar" albümü doğar.
Sanatçının albümleri büyük yankı uyandırır ve hayran kitlesi Dersim sınırlarını ilk albümden itibaren aşar. Kendisi halen yurt dışında yaşamaktadır. *



Şehrâm Nâzırî , tüm Ortadoğu’ya sesiyle hayat vermiş, 1949 Kermanşah doğumlu bir sanatçı. İran klasik müziğinin sayılı ve saygın ustalarından. Özel bir yorumcu ve eşsiz bir müzisyen. İran’da Kürt bir anne ve babadan doğmuş müthiş gırtlaklı bir müzik azizi. Kamkars grubuyla birleştirdiği nefesi ve ‘sarsıcı’ eserlerine nakşettiği derin ruh; onu daha şimdiden dünya müzik literatürüne geçmiş bir müzik adamı haline getirmiştir.

İnanış odur ki, Nâzırî ‘nin sesini duyanlar, acem diyarının masalına koşulsuz dâhil olmuş sayılırlar.

“ Nâzırî ‘nin hançeresinden üflediği ateş; Mezopotamya’nın binlerce yıllık kadim hüznünden damıtılmıştır, yakıcılığı bundandır ve aynı dil’in söylediğidir aslında ondan duyduğumuz her nefes.”





Adı her ne kadar ingilizce shahram nazeri şeklinde yazılsa da (orijinal dili olan Farsça’da ve elbette ki Türkçe ve Kürtçede de) okunuşu Şehrâm Nâzırî şeklindedir. Biraz etimolojik olarak olaya bakarsak: şeh = şâh kelimesinin muhaffef şeklidir ve şâh anlamına gelir. Yani hükümdar, kral, imparator. Nâzırî; nâzır kelimesine aidiyet eki olan –î ekinin getirilmesiyle oluşmuştur. –î Kürtçe’de oralı, ordan, oraya ait anlamlarına taşır.

Şehrâm Nâzırî kullanımı üzerinde anlaştıktan sonra şunlar söylenilebilir: şehrâm nâzırî 1949 yılında iran’ın kirmanşâh eyaletinde dünyaya gelmiştir. ilk müzik eğitimini ailesinde alan nâzırî, henüz 8 yaşında “sufi ensembles” adlı gruba girmeyi başarmıştır. 11 yaşında iran televizyonunda sahne alan nâzırî, bunun hemen ardından geleneksel “redif” repertuarına dair eğitim almıştır. ilerleyen yaşlarında sufizme dair merakı iyiden iyiye artan nâzırî’nin önünde okyanus gibi bir literatür olduğunu bilmenizi isterim. bunların başında mevlevî literatürü gelmektedir ki mevlevîlik müzik ile birlikte anılmıştır daima. Feridüddin atar, Mevlânâ celâleddîn ve hafız i şîrâzî gibi filozofların eserlerine merak salan nâzırî, aynı zamanda iran’da bir gelenek olan “tasnif” türünde de eğitim almaya yönelmiştir.

İşte bu yönelişten sonra şehrâm nâzırî’nin hayatına üstad Abdullah devâmî dahil ve müdahil olmuş, akabinde Abdülali vezîrî, Celâl zülfünûn, ve son olarak çoook büyük üstad Muhammed rıza şeceryan kendisine hocalık yapmıştır. kendisi üzerinde en büyük etkiyi yapan da hiç şüphesiz büyük üstad Muhammed rıza şeceryan’dan başkası değildir.

Sufi geleneği çok iyi bilen ve müziğe en iyi aktaran isim olan muhammed rıza şeceryan’ın da etkisiyle iyice sufizme yönelen şehrâm nâzırî, bundan sonra kendi bestelerini, daha doğrusu tasniflerini yapmaya başlamıştır. bunların başında da mevlana celaleddin’in rubaileri ve divanında bulunan şiirler yer almıştır. bugün şehrâm nâzırî, farsça’da üç telli anlamına gelen “Setar” adlı çalgının saygın virtüözlerinden, iran klasik müziğinin sayılı ustalarındandır. amerika’dan rusya’ya kadar yüzlerce konser ve bbc’ye röportaj vermiştir.

Amerikanlı eleştirmen Dan Hicmon ” Nâzırî şiiri yorumladığında siz onu anlamıyorsunuz ve dilini de bilmiyorsunuz ama buna rağmen onun ne anlattığını anlarsınız. O doruklara çıktığında sizi de beraberinde doruklara çıkarır, aşağı indiğinde ise yine size de aynı duyguyu yaşatır” diyor.

2006 yılında New York’ta bulunan Metropoliten Müzesi’nde Doğu Kültür Mirasçısı ödülünü dönemin Birleşmiş Milletler Başkanının elinden alması, dünyanın her yerinde büyük bir dinleyici kitlesinin oluşması ya da BBC dâhil birçok uluslararası medya kuruluşunun dikkatini çekti…

Hiçbir şey Şehrâm Nâzırî için Kermanşah dağlarında annesinden dinlediği mesnevi beyitlerinin sükûneti kadar önemli olmadı hiçbir zaman.

Şehram, hançeresi gam yüklü olanların sesidir. Hüznün Farsçasıdır ya da sadece, yazıldığı gibi hiç okunamayan… Acının dili hep aynı, kalplerin sürgünlüğü de….


Son olarak albümlerini verelim û serkeftin! Buradanda birkaç albümünü indirebilirsiniz.
Kaynakça; 1234

Müziğe ilgili 2 üniversite öğrencisinin üniversite öğrenimi sırasında farklı bölümlere yönelse de müzikle olan ilişkilerini sürdürürken 2009 yılında yolları kesişiyor. Beraber müzik yapma kararı alan Yunus Orak ve Erdal Dağhan Teq û Req adlı bir müzik grubu kurarak çalışmalara başlıyor. Üç yıl sonra bu kolektif üretimin ilk ürünü olan “Keftuleft”i çıkarıyor. [tab] [content title="Keft û left albümü"] [/content] [content title="İmc tv Röportaj"]
[/content] [/tab]




Teq û Req, asıl olarak insanın varlığına, duygu bütünlüğüne yönelik şiddet temelli bir uygulama olan anadiller üzerindeki yasaklama ve baskılara karşı müzikal açıdan daha sert bir söylemle hard rock’a yöneliyor. Dilin varlığına katkı sağlamak amacıyla daha anlaşılır bir uslup ve güçlü bir vokal ile müzikseverlere sesleniyor.
Kendilerini “Bu ülkenin zencileri” olarak niteleyen grubun albümünde yer verdikleri blues ritimleri; hem grubun yenilikçi yanına hemde ötekileştirilen, yok sayılan, görmezden gelinen bir kesimin kültürel birikiminin gelişime açık yapısını gözler önüne seriyor, görünür kılıyor.

MKRdezign

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget