Latest Post


Ahmet Aslan Dersimli. Almanya’da yaşıyor. Türkçe ve Zazaca şarkılar söylüyor. Geçen haftalarda yıllarca yasak diye giremediği ülkesindeydi hem de CRR’de.

Doğu coğrafyasını bilen, dünya veya Anadolu müziğini tanıyanlar için Ahmet Aslan ismi yabancı değil. Pir Sultan deyişlerini andıran sözler, geçmişten kopup gelmiş gibi gözükse de Dersim’in acılarına tercüman oluyor âdeta. Aslan, elinden düşürmediği gitarı ve bağlamasının yanında sesini bir enstrüman gibi kullanıyor. ‘Kürt veya Dersim müziği’ tanımlarına katılmıyor “Anadolu müziği vardır.” diyor. Ud, tambur gibi çalgıları es geçmemesi bu sebepten. Liseden sonra resim eğitimine başlayıp bitirmeden İstanbul Teknik Üniversitesi Konservatuarı’na girer. Daha sonra Almanya’ya giden müzisyen şu an alanının en iyilerinden Rotterdam Dünya Müzik Akademisi son sınıfta. 250 bin kişinin katıldığı en geniş müzik festivallerinden Rudolfstad’da sahne almış, Berlin Flarmoni Orkestrası’yla çalmış. 24’ünde hem politik sebeple hem de eğitim sebebiyle ayrıldığı ülkesine ayağı yeni yeni alışıyor desek yanlış olmaz. Geçen haftalarda Cemal Reşit Rey’de (CRR) verdiği konser bu başlangıçlardan biri. Bu buluşmadan hem sanatçının kendisi hem de CRR çok memnundu. Biz de konser öncesi Ahmet Aslan’la bir araya geldik. Şarkılarıyla dinleyeni güzel hissettiren müzisyenden bu sefer kendini dinledik.


-40 yaşındasınız. Yolun yarısını geçmişsiniz. Müziğinizi sevenler yarıdan öncesini pek bilmiyor. Hayatınızın ilk yarısının hikâyesi neydi?
Hikâyem biraz çetrefilli. Dersim Hozatlıyım. Doğup büyüdüğüm topraklarda kalmak vardı. Bıraktığımda Türkiye’de gözaltılar, kaderin nereden nereye savuracağı belli olmayan bir kaos vardı. Zaten potansiyel bir coğrafyanın çocuklarıyız. Tunceli ya da Dersim deyince uçan kuş bile hesap sorardı. Suçlu olman gerekmiyordu. Aktif siyaset içinde olmak gibi bir çabam yoktu. İşin doğrusu, evrene gelmişsin, gözünü açmışsın onu bile fazla görüyorlardı. Başına bir şey gelmese de her zaman seni bekleyen bir ecel vardı. O dönem benim gibi ülkeden ayrılan çoktu. Hâlâ da gitmek isteyenler var. Üstelik bitmiş bir Avrupa’ya.
-Aileniz gidişinizi nasıl karşıladı? Avrupa’ya gittiğinizde hayatınızı nasıl kazandınız?
Hz. İsa’ya atfedilen bir cümle okudum ve her şeyi bırakıp gittim. “Yaşamı yalnız başına kurmak istiyorsan pislediğin yeri terk et.” diyordu. Özgür kalmak için 1996’da Almanya’ya gittim ve kaldım. Orada gitar bölümüne devam ettim Duesseldorf Konservatuarı’nda. Ama bitirmedim. Sonra Hollanda malumunuz. Dünya müziği branşında eğitim alıyorum. Akademilerden nefret ediyorum ama oralardan çıkamıyorum ne hikmetse. Eğitim kendi başına bir manipülasyon. Aslında insan olmaya da karşıyım. Hayatın her yanını manipüle ediyoruz. Yarattığımız formülün kölesi oluyoruz.
-Batı’da yaşıyor, Batılı bir enstrüman çalıyor ama gelenekten ayrılamıyorsunuz. Geleneği bozmuyor musunuz?
Ben geleneği koruma çabasında değilim. Zaten geleneği bozmaya ne senin ne de benim gücüm yeter. Onun korunmaya ihtiyacı yoktur. Dışına çıkarsan deneysel işler yaparsın. Onların da içi yüzde 80 koftur. İster istemez geleneğe geri dönüyorsun. Denizden ayrılırken limanı yıkamazsın. Çok fazla açılırsan boğulursun. Son dört yıldır Tunceli’ye yazın gidip geliyorum. Daha öncesinde yasaklıydım. Hâlâ da her gelişimde 1 saat hava limanında tutuyorlar beni. Aynı isimden bir başkası aranıyor. Bürokratik nedenlerle gelemedim Türkiye’ye senelerce. Politik bir nedeni yok.
-Kaç kardeşsiniz?
Herhâlde 13 varız. Nadiren görüşüyoruz. Ben aile içi asosyal bir insanım.
-CRR’yle nasıl buluştunuz?
Burası detay müziğe hassasiyet gösteriyor. Kalan Müzik’in vesilesiyle oldu. Yoksa sıraya girersin, 20 yıl gelmez. Avrupa’da icra ettiğim müziğe dünya ya da halklar müziği olarak bakıyorlar. Oradaki dinleyici çok farklı. Robot gibi. Sana istekte bulunmuyor. Sen ne sunarsan… Burada elektrik iyi, ortam daha sıcak ama seni alet gibi görüyorlar.
-Avrupa’da albümleriniz nasıl satıyor?
Bilmiyorum. Dünya işleriyle ilgilenmiyorum.
-Sizi dinleyenler hangi dilde şarkı söylediğinizi anlamıyor. Bunu nasıl karşılıyorsunuz?
Evet, biliyorum. Çok sık rastlıyorum. Mesela “Adem evvelinden beri” cümlesini “Adana garından beri” diye yorumlayanlar var. Ama sorun değil, esprili geliyor bana. Sözlerimde ‘eski’ kelimeleri tercih ediyorum. Örneğin Türkçeyi ele alırsak, Veysel’in şarkısı “Gozelligin on par etmez” yerine “Güzelliğin on para etmez” şeklinde İstanbul Türkçesiyle okunuyor şimdi. Orijinal hâli anlaşılmıyor. Kendi dilime ya da Ermenice gibi dillere yapılmış haksızlığı  bir kenara bırakıyorum. Türkçeye yapılan bir haksızlık vardır ki, 80 yıla sığmıyor. “Tek toplum, tek ırk, tek dil” politikasından söz ediyorum. Koskoca 600 yıllık Osmanlı’ya bir makas atıldı ve yüzyıllardır yaşayan bir dil 80 yılda unutuldu. Bu haksızlığı gördükten sonra ‘ben iyi durumdayım’ diyorum. Kendi dilimden bir kelime bilmediğim zaman yaşlı insanımdan öğrenebiliyorum ama şu an Osmanlıca öğrenmeye kalksam bunu soracağım bir kuşak yok. Kürtçe ve Zazaca hâlâ yaşıyor.
-Sizin için ‘derviş gibi adam’ diyenler var. Ne düşünüyorsunuz? Kendinize yakıştırıyor musunuz?
Son zamanlarda inanç fanatikleşiyor, medyalaşıyor. Herkes bir yakıştırma yapıyor. Belki ruhani olarak güzel şeylerdir. Fakat abartılı gelebilir. Derviş lakabını son zamanlarda 20 yaşındaki insan dahi alabiliyor. Dervişane olabilmenin belli bir mevsimi var. Bana bazıları da ‘deli’ diyor. Bazıları da aşırı alkolle bu hâle geldiğimi düşünüyor. Bir şeyi alkolle dışarı çıkarıyorsanız bu dış müdahaledir. Bunu bir yapar, iki yapar, üçüncüde yerinizden kalkamazsınız.
-Kürt müziğinin gelişimini nasıl görüyorsunuz? Tambur, gitar, bağlama, ud kullanıyorsunuz. Bunlar bir araya gelmeyecek enstrümanlar gibi gözüküyor. Siz nasıl bir müzik yapıyorsunuz?   
Kürt müziği… Bizim bölümden etnolog Martin Grew ve bölüm başkanımız Kemal Dinç’le sürekli konuşuruz. Kürt, Dersim Türk halk müziğini ayrı yere koyanlar var. Ama gelinen aşamada; Anadolu’dan çıkmış her melodiyi Anadolu müziği diye adlandırmak en doğrusu.  Örneğin ‘Sarı gelin’ türküsü. Aslı Ermenice ama Türk halk müziği kategorisine koyuyorlar. Mesela “Üsküdar’a giderken” şarkısı. Üzerine dokümantasyon yapıldı. Parça Hırvatistan, Bulgaristan, Yunanistan’a ait çıktı. Hatta etnolog öğrenciler birbirine girdi. Tam 15 ülke bu şarkıyı sahiplendi. Ben kendi adıma Kürtçe, Türkçe, Zazaca demektense Anadolu müziği demeyi tercih ediyorum. Ama bir zamanlar yasaklı bir dilin şimdilerde müziğinin söylenmesi çok güzel. Ayrıca Kürt olsun olmasın genç nesil Kürtçe müziğe yaklaştı. Tabii bunda medyatikleşmesinin rolü var.
-Kürt meselesinin çözümüyle ilgili süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Aleviler kendini başka bir yere çekiyor, Zazalar başka bir yere. Dersim’de de çok sesli bir anlayış vardır. Kürt siyaseti kendi içinde ayrışıyor. Devlet, iktidar, muhalefetten farklı görüşler çıkabiliyor. Bu sorun çözülmeli. Başka gelecek yok. Ya kendin çözersin ya Amerika gelir çözer, tepene de biner. İran örneğinde olduğu gibi komünisti de inananı-inanmayanı da birden ayaklandı, kendinden olmayanı dışarı attı. ‘Varsa bir problem kendim çözerim’ dedi. İlerici veya gerici temelde. Bizim yaşlıların bir sözü vardır, inanan insanlar da bilir: “Cennet de cehennem de insanın kendi dünyasındadır.” Yani problemin kaynağı da, çözecek olan da biziz.
-Takip ettiğiniz müzisyenler kimler?
Şakiro, Ayşe Şan, Erivan Radyosu’nda çıkan isimleri hâlâ dinlerim. Güncel müziği takip etmiyorum. Yaşlı kayıtlarıyla ilgileniyorum. Anadolu müziği konusunda uzman İtalyan bir gitar profesörü var, Carlo Domeniconi, çok seviyorum. ‘Koyun Baba’ diye bir şarkısı var. Tavsiye ederim.
Aksiyon Dergisi - Esin Kaya

1-Tunay Bozyiğit kimdir?   
      1961 senesinde Iğdır ilinin Tuzluca ilçesinde, Kağın köyünde doğdum. İlköğrenimimi Kağın ve Tuzluca’da, orta öğrenimimi ise Iğdır‘da tamamladım. 1983 senesinde Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde memur olarak çalışmaya başladım. O arada Anadolu Üniversitesi İş İdaresi bölümünü bitirdi. 1984 ile 1987 yılları arasında Zeytinburnu Halk Eğitim Merkezi’nde halk oyunları ve halk müziği korosunda çalıştım.

      1988-1993 yılları arasında siyasal sebeplerle Paşakapı, Metris, Bayrampaşa cezaevleri ile Sakarya, Gökçeada ve Çanakkale’de bulunan cezaevlerinde 5 yıl yattım. Daha sonra memurluktan ayrılıp 1994 senesinde Marmara Üniversitesi Biyomedikal Cihaz Teknolojisi bölümünde eğitim görmeye başladım. 
      Şaşırtmayı ve şaşırmayı hep sevdim ömrümce... Çocukluğumu geçirdiğim Ermeni sürgünü köyüm Kağın’da ilk aşk, ilk aşka ağlamışlıkla başladı yaşamım.. Adı Zerişan’dı... Anadolu’mda kızlar erken büyür ve ere erken verilir, öyle de oldu.
      Batası töresince… Yüreğimde yangın halaya durdu gövdem boyunca, kudurdu… O acının izi taptaze kaldı her aşk vuranda kanadı... İlk şiir ve beste de taa o zamandı... Köyümüzü sel vurdu.  Çığlığım türküye döndü, ücra köyümle dünya arasındaki köprü her bahar gibi sele teslim olmuştu, ekinler heder canlılar telef olmuştu.
      Orta okula başlamam için kazamız Tuzluca’ya inmiştim babamla… Üç dört katlı binalar görüp dehşete kapılmıştım. Babama sordum, “kim yönetiyor burayı?” “Kaymakam” dedi, ”tamam, kaymakam olacağım” dedim, “töreyi kaldıracağım…” Sonra fotoğrafçıya gittik, kara çarşafın içinde kaybolan, buraya bak kuş çıkacak diyen ve koca bir ışıkla beni kandıran, utandıran Alasker amcayı tanıdım. İkinci kandırılmamdı; ilki kolumu aşı diye çizen şekerle aşılayan doktor olmuştu. Babam poz için saçımı elleriyle taradı, ilk sevişiydi… Başımda o ellerin izi kaldı.  Ah sevmelerde ahım kaldı... Köyümde çocukları sevmek törece yasaktı.
      Okula başladım, sarı saçlı çilli biri önümdeki sırada oturuyor… İlk kez böyle bir şey görüyorum… Milli Güvenlik dersimize giren binbaşının kızıymış… Askerden ilk darbeyi o an yedim ve tam iki yıl bir güneş gibi sadece seyreyledim H.Sevgi Erdinç’i… İlk lal oluşumdu, sonra bir arkadaşın bağlamasıyla tanıştım, eve getirdim, sevindirdiktim. Meğerse aylardan Kerbela’ymış ,bağlamanın teknesini başımda paralattım babama… Sanatçılığım kırkına dek ertelendi… Köyün ilk memuruydu babam, tek radyo bizde vardı Ermeni ve Kürt müziğini  Erivan radyosuyla tanıdım, arkadaşlarıma hava attım… Ataması Iğdır’a çıkınca babamın, taşındık… 3.sınıfta siyasetle tanıştım ve devrimci olarak babamın ölünceye dek utancı oldum… Sülalem beydi ve vekil ya da senatör sadece bizden olur, halkı oy davarı bizimkiler yapardı… Ailemi izole ederek cezalandırdı sülalem, bendim sebep…
      Derken lise… Sınıflarda sıralar ayrışır sağcılar sağda, solcular solda oturur, jandarma arada volta vurur, hoca karatahtada ders anlatır, teneffüsler sırayla yapılırdı… Orta eğitimde azım kaldı… Temel dersler boş geçer, tali dersler kaymakamla beraber hükümet memurlarıyla doldurulurdu… Dövülmediğim gün şanslı sayardım, şaşırırdım… Eve gelip babamdan isterlerdi dövmek için malum çevreler… Denizlere yaptığım bir türküyle ölümüne dövülüp bayıltılmıştım… Türkülerden çekeceğim ta o zamandan sabit ve sabıkalaşmıştı…
      Karakolda ayna yerine korkunun ve işkencenin olduğunu da o zaman öğrendim… Ve son sınıfta sömestrde komşuluk arkadaşımca öldürüleceğimi haber alıp Kağınıma ricat ettim… İkinci yarı yıl açılmayınca birinci yarı yıl notlarıyla mezun oldum… Üniversite sınavları için İstanbul’a koyuldum... Otobüsün yedek şoförünün karnında uyuyarak Erzurum’da ölümden kurtuldum… O ilde öfkem ve ölüm korkum kaldı… Ankara’da 13 katlı Gülhanayi hayretle saydım İzmit’de denizin mavisine şaştım... Haritada deniz olduğu belli olsun diye maviye boyandığını sandıydım.. İstanbul da ilk işim Ataköy çadırlı kampta wc temizlemek ve çöpçülükle işe başladım… Sonra askerlik Samsun olaylar ve kurayla tekrar İstanbul… Kavilleşmiştim bu şehirle… Ve 12 eylül bana ikinci askeri darbesi… Daha 13 ünde Eylül’ün zimmetimdeki her şeyin teslim alınması ve koğuşa yemekhanede ve de her duvarda var olan, uyulması gereken kurallar da 6. madde olarak yer almam; dikkat Tunay Bozyiğit tehlikelidir, onunla ilişki kurulmayacak ve 24 saat astsubay Ünal’ın gözetiminde bulunacaktır... İşkence haneye dönüştürülen Samandıra Kışlası’nda isyanım, telefon eylemim ve sürgünler…
      Derken yine İstanbul ve her işte çalışma… Ama her işte... Derken 1983’te Kanarya Ortaokulun da memuriyet… Yine kuralsızlık ve cezalar ve 88’de Eğitder’i kurma çabalarım, sonrası politik tavrımla yargılanmam ve mahpushane… 5 yıla yakın mahpusluk.. Paşa kapısı yakması, Metris isyanı ve 8 sürgün ve bitişle yine İstanbul… 
      Yine her iş, sabıkamla iş bulma zor olsa da... En son oto yıkama ve boya badana… Ve oradan Marmara Üniversitesi... Yine politik yaşam ve mezun olamama hala… İki dersim var ve silmemişlerse öğrenciyim hala… Sonrası ne iş olsa da yaparım ve Alamut kalesinin 2000 de açılışı… Ve yaşamımda yeni bir sayfa…
      Ha; kendimi bileli dört şeyi sevdim; politika (politik ahlakı olmayanın başka ahlakı olmaz, bütün ahlaklar politik ahlaka tabidir) şiir aşk ve türkü, hala da onlarla varım.

  
2- Besteleriniz yanında şiirlerinizle de tanınıyorsunuz? Bu yönünüzü tam olarak ne zaman keşfettiniz ve duygularınızı paylaşmaya nasıl karar verdiniz?
      Asıl besteci olmaya kırkında, herkes teneşire kuyruğa girerken başladım. Yitik bir aşk öyküsünün kahramanı olduğumda… Şiire ülkemdeki herkes gibi sivilceyle tanışıp patlatarak haz aldığım zaman başladım. Ama kitap çıkarma cüretini iki albümü yayımlayıp da (malum, albümlerde şiirlerimi seslendiririm) tepkileri gördükten sonra gösterebildim.

 
3- Toplumsal  şiir ve ezgilerin bir üreticisi olarak, bir sanatçının günümüzde ne tür toplumsal kaygıları olmalıdır, bunu yaşadığımız coğrafyada değerlendirdiğimizde, ne yönde görevler üstlenmelidir.
 Bireycilik, dahası bencilik hastalığını yenen her sanatçı içinde soluduğu toplumun sorunlarından uzak kalamaz diye düşünüyorum... Her anlamda gündemin saliselik değiştiği toplumumuzda, hele de günümüzde sanatçı uyanık olmalıdır. Emeğin başına örülen çoraplardan tutun yaşadığım coğrafyadaki kirli savaş, yani Kürt sorununa karşı duyarlı ve de dikkatli olmalı halka bilinç taşımalıdır. Mevcut iktidar malumumuz... Gerici karakteri itibariyle toplumsal sorunları çağ dışı çözümden yanadır... Emek Cumhuriyet tarihi boyunca bu kadar sefalet ücretiyle karşı karşıya kalmamıştır, asgari ücret tam bir hakarettir. İşsizlik, hele de yüksek diplomalı işsizlik bu kadar soluk kesici toplumsal patlamaya uygun hale gelmemiştir… Ve iktidar soygunu da… Ayrıca Kürt sorununda takkiyecidir ve de tasfiyeci. Ulusal bilinç bir kez daha çağ dışı anlayışla afyonlanmaktadır.  Sanatçı muhalif olmak zorundadır…

 
4- Şiire en çok hangi duyguyu yakıştırıyorsunuz? (Aşk, acı, hüzün, sevinç,umut vb.) 
    Önce hüznü, sonra umudu... Ben hüznün emceğinden beslenirim malum azgelişmiş toplumun sanatçısıyım ama umudun da asla yakasını bırakmam ne kadar işkence olsa da, egemenlerin elinde esir olsa da...
 

5- Sanatta yenilenme yapılması  taraftarı ve de yapılamayışının şikayetçisisiniz. Üretimlerinizi bu durumun karşısında yapıyorsunuz. Öyleyse, sanatta yeni yaratım yerine biçim değişikliğinin bir çok boyutuyla  neyi ifade ettiğini, çıkan sonuçları ve sanatçının bu konudaki tutumu nasıl olmalıdır? 
      Sanat dogma olmayacağına göre üretim araçlarıyla beraber gelişmek hatta ondan daha öngörülü olmak zorundadır... Salt biçimle olmaz bu, öz biçim ilişkisi diyalektik bir ilişkidir... Müzikte bolca biçim deneniyor; eski anonim bir eser yeni, bazen de batı enstrümanlar eklenerek önümüze sunuluyor. Bu kulağa yeni bir tat olsada sonuçta biçimseldir. Aslolan ise süreci anlamak ve sürecin dilini yeniden yaratmaktır bence... Şiirde de bu böyledir ne yazık ki, hala Nazım Usta’dan, Ahmed Arif’ ten, Enver Gökçe’den, Hasan Hüseyin’den okuma ihtiyacı duyarak haz alıyorsak, bilgileniyorsak bir sorun var demektir... Onlar aşılamadığı gibi yeni sürecin dilini onlar kadar güçlü kuramıyoruz demektir… En zor olanı yapmalıyız yani cidden kafa yormalıyız, kolaya kaçmamalıyız...
 

6- Şiirin ölçütleri ya da kalıplaşmış kuralları olmalı mıdır?
   Ben bütün kurallara karşıyım... Üretim ilişkisinin bu kadar çeşitlendiği günümüzde kurallara bel bağlayamam.

 
7- Tunay Bozyiğit'ten çok Seyduna'yı duyuyoruz, kimdir Seyduna?  
    2002 yılında ilk albümüm ‘Şahrud ile Seyduna Türküleri’ adıyla profesyonel müzik hayatına atıldım. 2004 yılında aynı adla 2. albümü piyasaya sürüldü. 2006 yılında yine aynı ad ancak ’Sen Hiç mi Bahar Görmedin ‘ alt başlığıyla 3. albümünü oluşturdum. 2008 yılında aynı isim ve ‘Sevdan Sabıkamdır’ alt başlığıyla 4.albümü sevenlerime kavuştu.

Şimdilerde aynı adlı 5. albüm için stüdyoda çalışmalarını sürdürmektedir. Ve haziran 2010 da raflardaki yerini alacak seyduna & şahrud-5  “Söz ateştir her ağız taşıyamaz” alt başlığıyla.
Bugüne değin 20’ye yakın sanatçının albümünde değişik eserleri yer almaktadır.
      2005 senesinde Babil yayınlarından ‘Lal’ isimli ilk şiir kitabım yayımlandı. 2008 senesinde Pencere yayınlarından ‘Leyl-i Lal Şewe’ isminde ikinci şiir kitabım, 2009 senesinde Pencere yayınlarından ‘Şeveren ile Hazari’ ve ‘Elahar Belcesi’ isimleriyle iki şiir kitabım daha yayımlandı. Bugün yayımlanmış 4 şiir kitabım bulunmakta olup;’ Dün Dökümü, Kağın Bir Mesel Tapınağı’ isimli yarı şiir yarı öykü kitabım  yayıma hazırdır.
      Hala şiir ve ezgilerle üretimime devam etmekteyim…
Seyduna, Tunay Bozyiğit’in sanatçı adıdır, Hasan Sabbah’ın lakabıdır, ödünç aldığım… Ünlü Alamut Kalesi kurucu komutanı ve bilgesi Hasan Sabbah der ki, ’iktidarla düşüp kalkan bilginler, bilginlerin yüz karasıdır’. Bu kadarı bile o lakabı ödünç almama yeterlidir, zor olansa o yükü taşıyabilmemdir... Bunun için de elimden gelen yüreğimdir. Müzik kitleyle daha kolay buluştuğundan ülkemde söz yazarı ve besteci Seyduna, şair Tunay Bozyiğit’ten önde gitmektedir ne yazık ki... Bir de popülizmi sevmediğim için olsa gerek, mutfağı seviyorum, üretimi…
  

8- Yaptığınız sanatın size yaşattığı mutluluğu nasıl tanımlarsınız? Kendi içinizdeki ve yaşamınızdaki boyutlarıyla nasıl anlamlandırıyorsunuz? Ve gelecek için bu anlamların gelişen üretiminizde nasıl belirlemeleri olacaktır?
      Tam bir çelişki ve çeşnilik yaşıyorum aslında... Yani her duygu ya da değer hayatıma dairdir… Hayata dairdir... Hatta hazdan çok lanetli oluyor, mutsuz ediyor bilmek... Toplumsal kişiliğin bireysel mutluluğu olacağına inanmıyorum... Biliyor ve de duyarlıysa tabi… Çok dibine yaşıyorum her şeyi, yanıp yakılıyorum adeta... Ama inceden bir haz almışlık da yok değil hani mazoşistçe... e ne de olsa küçük burjuva cenneti bir toplumsal yapımız var ve herkes biraz yaşadığı topluma benzer…
Herkesin yüreğine selam olsun...
                                                                                                                        Zeynep KURİŞ



MKRdezign

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget