Latest Post


Mikail Aslan 1972 yılında Dersim´de doğdu. 1994 yılında mülteci olarak Almanya´ya yerleşti. Bu dönemden itibaren müzikle daha yoğun ilgilenmeye başladı. Çocukluk yıllarından beri bağlama çalan Mikail Aslan ana dilinde ilk bestelerini Malatya´da okuduğu dönemlerde yaptı. Yıllarca hayalini kurduğu ana dilindeki ilk solo albümünü (Agêreyis) 1998 yılında Almanya´da kaydetti.




2000 yılında Michael Weil ve Dieter Schmalzried ile beraber “Mikail Aslan Ensemble”ı kurdu. 2001 yılında iki yıl süren bir hazırlığın ardından, Almanya` nın Mainz kentindeki Peter Cornelius Konservatuvarı´nda klasik gitar bölümünü kazandı. 2005 yılında klasik gitar öğretmeni olarak bu konservatuvardan mezun oldu. Albüm çalışmaları yanında bir de Zazaca deneme kitabı bulunmaktadır.

2005 yılında otantik müziğini Senfoni Orkestrası ile buluşturma fikrini hayata geçirdi. „Connections - Remayıse Munzuri“ adlı eserini Alman besteci Gerhard Fischer-Münster ile beraber işleyip Almanya da sergiledi. Alman basınında büyük ilgi gören bu eser, çeşitli Radio ve TV’de de yayınlandı. Bu çalışmaları dışında çeşitli belgesel filmlere de müzik yaptı: Barbara Trottnow, „Kadir - der Baumwollbauer“ (2003) ve „Emine aus İncesu“ (2005). "Kick off" 2009 - Hüseyin Tabak (Prodüktör Josef Aichholzer), „Iki Tutam Şaç“- 2010 Nezahat Gündoğan.

Diğer çalışmaları Agêrayis (1999), Kilıtê Kou (2003), Miraz (2005), Zernkut (2008), Pelguzar (2010), Petag ( Dersim Ermeni Hak Sarkıları 2010), Hayig (zazaca kitap-deneme, 2010), Repertuar (Sanatçının bugüne kadar söylediği tüm şarkıların nota ve sözlerini içeren kitap, 2012) ,Xoza (2013),

Venge Royi (2015) Siverekli şair ve söz yazarı Kadir Büyükkaya'nın bestelerini deneyimli müzisyenlerle birlikte icra eden Mikail Aslan'ın yeni albüm çalışması iki yıl süren titiz bir çalışmanın sonunda tamamlanabildi. Siverek'in geleneksel müziği açısından bir ilk olan ve bundan dolayı da tarihi öneme sahip bu albüm, kaybolmakla yüzyüze olan Siverek Dımılicesine yeni bir soluk aldırıyor.


Koma Hîvron, 2000'li yılların başında Êlîh(Batman)’de müzikle uğraşmaya başlamıştır. Bir süre sonra konserler veren grup yörede tanınmıştır. 2007 yılında 9 şarkının söz ve müziği gruba ait olan toplam 11 şarkıdan oluşan ilk albümlerini çıkarmışlardır. İlk olarak Rojda’dan duyduğumuz “Xeriba beyani” adlı anomin şarkıyı grup üyelerinden Nusret, annesinin yardımıyla gün ışığına çıkartmıştır




Hîvron 2000'li yılların başında Batman'da müzikle uğraşmaya başladı. Bir süre sonra konserler veren Hivron yörede tanındı. 2007 yılında 9 şarkının söz ve müziği ait olan toplam 11 şarkıdan oluşan ilk albümünü çıkardı. Nusret, annesinin yardımıyla gün ışığına anonim eserleri gün ışığına çıkartmaya çalışıyor. Kürt müziğini, Batı müziğinin farklı tarzlarıyla sentezleyip kendilerine özgün bir tarz oluşturmaya çalıştıklarını belirten Nusret ; Acıyı-tatlıyı, sevinci-hüznü, güzeli-çirkini, sevgiyi-nefreti kısacası insanı insan yapan bütün her şeyi içinde barındıran iç dünyamızdan beslenerek müzik yaptıklarını belirtiyor. Hîvron, Batman'da kürtçe müzik çalışmalarını sürdürüyor. Dinlediğimiz müzikte kendimizi kesinlikle sınırlandırmıyoruz. Dinlediğimiz her müziğin bize bir zenginlik kazandıracağına inanıyoruz. Nasıl ki bir yazar farklı kişileri okuyarak yazın ruhunu zenginleştiriyorsa, aynı şekilde bir müzisyen de müzik ruhunu değişik müzikleri dinleyerek zenginleştirir.

"Müziğin ruhunu, aşktan başka bir şeyle anlatamam" diyen Percy Bysshe Shelley, Umut Altıncağ'ın müziği ile olan ilişkisini tanır gibi konuşmuş.
28 Haziran 1974 hastaneye yetişmeden yolda dünyaya gelmiş Umut Altıncağ. Belki bu yüzdendir hayatında yolculuklar vazgeçilmez olmuş. Çocukluk ve gençliği Dersimde her sabah yüzünü güneşe dönen masal zamanlarında ve masal dilinde geçiyor. Çocuk yaştan itibaren eski Dersim kılamlarını köyün yaşlılarına söyleyerek bu Aşkın tılsımına değiyor.
Onun için müzik aslında ses ve nefes verirken sessiz olmaktır. Sonsuz armoni evrenin kendi sesidir sessizliğin içerisinde. Bu sessizliğin içerisinde bir arayıştır Umut şarkıları yaratmak ona göre.
Köy yaşlılarının onlara kendi ana dilleri olan Zazaki de anlattıkları masallarla büyür. ilkokul çağlarında Türkçe ile tanışıncaya kadar tek konuştuğu dil Zazaki olur. Dersimde 12 Eylül sonrası dönemin Belediyesi tarafından organize edilen bir etkinlik kapsamında söylediği bir Zazaki parça ile serüven onun icin başlar.

O dönemde hiç bir kimse büyük kitlelere Zazaki söylememiştir. Sanatçı o etkinlikte Zazaca bir parça söyleyerek herkesin gönlünü fetheder ve bununla birlikte insanlar kendi dilinde ilk defa alenen bir şarkı duyarlar ve zincerler bir yerinden kopar. Bu sevgi seli Onu bir halkın acısını, dilini, sevincini, hikayelerini söylemesi icin yollara düşürür. Ve İstanbul macerası başlamış olur. 1991 yılında halk müziğinin üstadı Arif Sağ ile tanışır ve onunla birlikte "Umut yüklü Bahar" albüm çalışmalarına başlarlar. O zamana kadar Barış Erdoğan olan sanatçı bu albümle birlikte Umut Altıncağ ismini alır. Istanbul macerasına 1996 yılında çıkardığı „Düşler Vadisi“ albümü eklenir.
Zorunlu olarak 1996 yılından itibaren bu sevdaya rotasını yurtdışına çevirerek devam eder. Yurtdışında sayısız etkinlik ve konserlerde bu sevdayı ilmek ilmek haykırır. Bu süreç içerisinde beslendiği topraklara ve o Aşka olan özlemini, biriktirdiği bestelerle Fuat Saka ile tanışır ve "Mevsimsiz kar" albümü doğar.
Sanatçının albümleri büyük yankı uyandırır ve hayran kitlesi Dersim sınırlarını ilk albümden itibaren aşar. Kendisi halen yurt dışında yaşamaktadır. *



Şehrâm Nâzırî , tüm Ortadoğu’ya sesiyle hayat vermiş, 1949 Kermanşah doğumlu bir sanatçı. İran klasik müziğinin sayılı ve saygın ustalarından. Özel bir yorumcu ve eşsiz bir müzisyen. İran’da Kürt bir anne ve babadan doğmuş müthiş gırtlaklı bir müzik azizi. Kamkars grubuyla birleştirdiği nefesi ve ‘sarsıcı’ eserlerine nakşettiği derin ruh; onu daha şimdiden dünya müzik literatürüne geçmiş bir müzik adamı haline getirmiştir.

İnanış odur ki, Nâzırî ‘nin sesini duyanlar, acem diyarının masalına koşulsuz dâhil olmuş sayılırlar.

“ Nâzırî ‘nin hançeresinden üflediği ateş; Mezopotamya’nın binlerce yıllık kadim hüznünden damıtılmıştır, yakıcılığı bundandır ve aynı dil’in söylediğidir aslında ondan duyduğumuz her nefes.”





Adı her ne kadar ingilizce shahram nazeri şeklinde yazılsa da (orijinal dili olan Farsça’da ve elbette ki Türkçe ve Kürtçede de) okunuşu Şehrâm Nâzırî şeklindedir. Biraz etimolojik olarak olaya bakarsak: şeh = şâh kelimesinin muhaffef şeklidir ve şâh anlamına gelir. Yani hükümdar, kral, imparator. Nâzırî; nâzır kelimesine aidiyet eki olan –î ekinin getirilmesiyle oluşmuştur. –î Kürtçe’de oralı, ordan, oraya ait anlamlarına taşır.

Şehrâm Nâzırî kullanımı üzerinde anlaştıktan sonra şunlar söylenilebilir: şehrâm nâzırî 1949 yılında iran’ın kirmanşâh eyaletinde dünyaya gelmiştir. ilk müzik eğitimini ailesinde alan nâzırî, henüz 8 yaşında “sufi ensembles” adlı gruba girmeyi başarmıştır. 11 yaşında iran televizyonunda sahne alan nâzırî, bunun hemen ardından geleneksel “redif” repertuarına dair eğitim almıştır. ilerleyen yaşlarında sufizme dair merakı iyiden iyiye artan nâzırî’nin önünde okyanus gibi bir literatür olduğunu bilmenizi isterim. bunların başında mevlevî literatürü gelmektedir ki mevlevîlik müzik ile birlikte anılmıştır daima. Feridüddin atar, Mevlânâ celâleddîn ve hafız i şîrâzî gibi filozofların eserlerine merak salan nâzırî, aynı zamanda iran’da bir gelenek olan “tasnif” türünde de eğitim almaya yönelmiştir.

İşte bu yönelişten sonra şehrâm nâzırî’nin hayatına üstad Abdullah devâmî dahil ve müdahil olmuş, akabinde Abdülali vezîrî, Celâl zülfünûn, ve son olarak çoook büyük üstad Muhammed rıza şeceryan kendisine hocalık yapmıştır. kendisi üzerinde en büyük etkiyi yapan da hiç şüphesiz büyük üstad Muhammed rıza şeceryan’dan başkası değildir.

Sufi geleneği çok iyi bilen ve müziğe en iyi aktaran isim olan muhammed rıza şeceryan’ın da etkisiyle iyice sufizme yönelen şehrâm nâzırî, bundan sonra kendi bestelerini, daha doğrusu tasniflerini yapmaya başlamıştır. bunların başında da mevlana celaleddin’in rubaileri ve divanında bulunan şiirler yer almıştır. bugün şehrâm nâzırî, farsça’da üç telli anlamına gelen “Setar” adlı çalgının saygın virtüözlerinden, iran klasik müziğinin sayılı ustalarındandır. amerika’dan rusya’ya kadar yüzlerce konser ve bbc’ye röportaj vermiştir.

Amerikanlı eleştirmen Dan Hicmon ” Nâzırî şiiri yorumladığında siz onu anlamıyorsunuz ve dilini de bilmiyorsunuz ama buna rağmen onun ne anlattığını anlarsınız. O doruklara çıktığında sizi de beraberinde doruklara çıkarır, aşağı indiğinde ise yine size de aynı duyguyu yaşatır” diyor.

2006 yılında New York’ta bulunan Metropoliten Müzesi’nde Doğu Kültür Mirasçısı ödülünü dönemin Birleşmiş Milletler Başkanının elinden alması, dünyanın her yerinde büyük bir dinleyici kitlesinin oluşması ya da BBC dâhil birçok uluslararası medya kuruluşunun dikkatini çekti…

Hiçbir şey Şehrâm Nâzırî için Kermanşah dağlarında annesinden dinlediği mesnevi beyitlerinin sükûneti kadar önemli olmadı hiçbir zaman.

Şehram, hançeresi gam yüklü olanların sesidir. Hüznün Farsçasıdır ya da sadece, yazıldığı gibi hiç okunamayan… Acının dili hep aynı, kalplerin sürgünlüğü de….


Son olarak albümlerini verelim û serkeftin! Buradanda birkaç albümünü indirebilirsiniz.
Kaynakça; 1234

Müziğe ilgili 2 üniversite öğrencisinin üniversite öğrenimi sırasında farklı bölümlere yönelse de müzikle olan ilişkilerini sürdürürken 2009 yılında yolları kesişiyor. Beraber müzik yapma kararı alan Yunus Orak ve Erdal Dağhan Teq û Req adlı bir müzik grubu kurarak çalışmalara başlıyor. Üç yıl sonra bu kolektif üretimin ilk ürünü olan “Keftuleft”i çıkarıyor. [tab] [content title="Keft û left albümü"] [/content] [content title="İmc tv Röportaj"]
[/content] [/tab]




Teq û Req, asıl olarak insanın varlığına, duygu bütünlüğüne yönelik şiddet temelli bir uygulama olan anadiller üzerindeki yasaklama ve baskılara karşı müzikal açıdan daha sert bir söylemle hard rock’a yöneliyor. Dilin varlığına katkı sağlamak amacıyla daha anlaşılır bir uslup ve güçlü bir vokal ile müzikseverlere sesleniyor.
Kendilerini “Bu ülkenin zencileri” olarak niteleyen grubun albümünde yer verdikleri blues ritimleri; hem grubun yenilikçi yanına hemde ötekileştirilen, yok sayılan, görmezden gelinen bir kesimin kültürel birikiminin gelişime açık yapısını gözler önüne seriyor, görünür kılıyor.


Erdoğan Emir , Dersim(Tunceli), Xozat(Hozat)’a bağlı Zimeq köyünde dünyaya gelen Kurmancî ve Zazakî müzik seslendiren sanatçıdır. Müzik ile olan tanışma süreci Grup Eylül Yağmurlarıyla başlamıştır.

Daha sonra Grup Gölge, Grup Sürgün , Grup Yelve son olarak ta Grup Munzur’la devam etmiştir. Kendi eserlerinin yanı sıra anonim ezgilerden oluşan Sad (Tanık) adlı ilk solo albümünü Kom Müzik’ten 2010 yılında çıkarmıştır.

İkinci Albümü Beref 2016 yılında çıktı. Benim şahsi görüşüm ilk albümdeki tadı vermediği yönde... Çok kıymetli ve dinlenmesi gereken bir insan/sanatçı olduğunu düşünüyorum.



90 Yıl klam söyleyerek inanılması güç bir rekor kıran yoksulluğun yetimliğin sembolü bir sanatçı. Kürt dengbejlik geleneğinin ünlü ustalarından Karabet ê Xaço (Garabet Haçadruyan) da, tüm ailesini 1915 soykırımında yitirmiş bir Ermeni yetimidir, bir soykırım mağdurudur. 1902 yılında Xerzan’da doğan Karapetê Xaço, Sultan II. Abdulhamid, Ermeni, Yezidi ve Asurlara yönelik katliam fermanını uygulamaya koyduğunda yedi yaşındadır. Köy yakmalar, toplu katliamlar ve tecridin günlük yaşamın bir parçası olduğu o günler için Xaço, “Hamidiye askerlerine her yerde ölüm melekleri de eşlik ediyordu. Ana evladına sahip çıkamıyordu. Hepimiz kıyamet gününün geldiğini düşünüyorduk.” diyor. 5 kişilik ailesini kaybettiği 1915 yılının 1 Mayıs gününü ise şöyle anlatıyor:

“Önce köpeklerin sesini, sonra da kapı sesini duyduk. Tahta kapımıza çok sert vuruyorlardı. Kapıyı açmak için ben gittim. Silahlı üç adam dışarıda duruyorlardı. Kürtçe konuşuyorlardı. Herkesi, köyün aşağısındaki dere kenarına götürdüler. Oraya başka Ermenileri de getirmişler. Hiç vakit kaybetmeden önce erkekleri, sonra kadınları öldürdüler. Sonunda bir parça insaf vicdanlarına girdi ki, bizi bıraktılar. ‘Sakın kimse evine geri dönmesin!’ diyerek de çocukları uyardılar.”




Karabetê Xaço ve kardeşleri bir süre Kürt köylerinde dilencilik yaparak karınlarını doyurdular. Hiç kimseye de Ermeni olduklarını söylemediler. Kürtçe bilmeleri onların kendilerini gizlemelerine yardımcı olmuştu. Karabet ê Xaço ve kardeşleri birlikte köy köy dolaşıp, tutunacak bir dal ararken farkına varmadan ilk stranlarını da öğrenmeye, yollarda söylemeye başladı. Kız kardeşi on iki yaşındayken, bir köylüyle evlenince o da o köyde çobanlık yapmaya başladı (Filitê Quto’nun köyü) ve birçok dengbêj, masalcı, güzel sesli dervişle karşılaştı.

Uzun kış gecelerinde, köy meclislerinde dengbêjlerin şevbêrklerine katıldı. Zamanla onun sesinin güzelliği fark edilince, o da köy meclislerinde stran söylemeye başladı. Ve kısa zamanda Xerzan köylerinde genç dengbêjin şöhreti yayıldı. Bir süre sonra, onu da bölgede düğünlere çağırdılar: “dengbêjliğe başladığım zaman artık gizli gizli ağlamayı bıraktım. Aç kaldığımda, birisi bana haksızlık yaptığı zaman, hatta erkek kardeşim on yaşında hastalıktan ölünce sadece stran söyledim“ diyor Xaço.

Sürgün ve katliamlar coğrafyasının kaderi Karapetin yakısını orada da bırakmadı. Şeyh Said isyanını ardından, sürgün ve katliama uğratılan Kürt aşiretleri ile birlikte Güneye göçetmek zorunda kaldı. Tekrar geriye dönmeleri için izin çıktığında ise nüfus kağıdı olmadığı için Qamışlı’da kalmak zorunda kaldı. O zamanlar Suriye Fransızların elindeydi. Yapılacak iş de olmadığı için de genç Karapet Fransız ordusuna katıldı ve tam 15 ay, 3 ay Kamuşlo, Derozor, Haseki gibi yerlerde Fransız ordusuna hizmet etti. Kendi anlatımına göre Komutanların hizmetçiliğini yapıyor, Onlara kahve yapıyor, ayakkabılarını siliyor, elbiselerini yıkayıp ütülüyor, böylece evinin geçimini
sağlıyordu.

2. Dünya savaşı sona erdiğinde barış yapılır ve Fransızlar ülkelerine dönerken, orduda hizmet verenlere, Fransa’ya birlikte dönme hakkı tanıdıklarını açıkladılar. Fransa’ya gelmek istemeyenler de Suriye’de kalabilir veya istedikleri yere gidebilirler dediler. Qarapetê Xaço ise “ülkesine yani Hayasdan’a gitmek istediğini” söyler. Xaço böylece, 15 yıl hizmetlerinin karşılığı olarak Fransız delegasyonunun aracılığıyla eşiyle birlikte Sovyet Ermenistan’a gönderilmiş olur. Kendi anlatımına göre Binbir zorlukla 1946’da Ermenistan’a ulaşabilir.

1950 yılında Erivan Radyosunun Kürtçe bölümüne katılır. Fakat Qarapet’i orada ilginç bir sürpriz beklemektedir. Radyo yöneticileri söylediği klamların ağalar, beyler ve allah üzerine söylendiği için, Sovyet sisteminde bunun yasak olduğunu söylemektedirler. “Ağaların, beylerin üzerine değilse peki ne üzerine klam söyleyeceğim, kızlar üzerine mi?” diye sorar Xaço, “hem bizdeki ağalık, toprağın zenginliğin üzerine değil, yiğitliğin, cengaverliğin üzerinedir” der. O zaman hareketli ezgiler, oyun havaları oku derler. Qarapet buna da şaşırır: “Erkek adam nasıl oyun havası söyler?” Derken ara yol bulunur, Qarapet ne biliyorsa, nasıl istiyorsa onu söyler, Radyo da sansürden ne kopardıysa onu yayınlar…

50 yıldır da onun sesi bu radyodan, daha sonra kasetlerinden tüm dünyadaki Kürtlerin yüreğine seslendi.

Qarapetê Xaço, Ermeni ve Kürt uluslarının birbiriyle kesişen, çatışan yazgılarının bir sembolu, ortak duyarlılıklarının bir sesiydi. 5 çocuk, 15 torun sahibi bu asırlık çınar göçtüğünde arkasında binlerce kılama sığmayan bir hoş seda, büyük bir kültürel miras bıraktı bizlere.

SÖZ, KLAM VE KÜRTLER

Her Kürt klamının doğasında acı ve ağıt vardır, ancak Kafkasya Kürtlerinin söylediği stranda bu acı ve hasret korkunç derecededir. Sürgünlerin yaşattığı bu acı, insana kendi acısını unutturacak niteliktedir. Ve tarihin izlerini taşıyan bütün bu sesleri zamanın paslı çarklarından söküp, kulaklarımızdan kalplerimize damıtan bir güç vardı ki, bu da kulaklarımıza sesten heykeller dikmiş ‘Erivan Radyosu’dur.

‘Erivan Radyosu’ derken hepimizin kafasında beliren isimlerin başında kuşkusuz o gelir; yani Xerabetê Xaço. Çocukluğumuzun dengbêjî, Kürt müziği ve sözlü edebiyatının ve bilcümle Kürt aydınının sınırsız borçlu olduğu söz ustası… Reşkotan Aşireti’nin hizmetkarı ve ‘Fileh’i…. Filîtê Quto Ailesi’nin Dengbêjî… Garzan ovasının turnası, Suriye’de Hesen Axayê Cizrawî’nin kadim dostu, Fransız ordusunun askeri ve Kafkasya’da ‘Xweşawazê Dengê Radyoya Erîvanê’ yani ‘Erivan Radyosu’nun hoş avazlısı…

Hafızası hala dipdiri olan ve “Bu topraklarda üzerime dengbêj tanımam” diyen Xerabet klam ustası. Klam, sözlü Kürt edebiyatının temel öğelerinden, kahramanlık, acı, aşk gibi temaların genellikle enstrümansız, sadece insan sesi ile edildiği halk ezgisidir.

Efsanevi denbêjîn, Kürtlerin yaşayan Homeros’unun evinin bulunduğu Salxoz köyü, kış şartlarında Erivan’dan bir saat uzakta. Solxoz, Eçmiedzin nahiyesine bağlı bir köy. Eçmiedzin ise bütün dünya Ermenilerinin dini merkezi ve Patrik Karekin II’nin de bulunduğu önemli bir mekan. Uluslararası Ermenistan Havaalanı’na yakın mesafede alçalıp yükselen uçakların motor gürültüsü her daim Solxoz köyünde kulakları tırmalar.

TARİHE TANIKLIK EDEN 102 YILLIK SERÜVEN

95 yıldır Kürtçe klam söyleyen 102 yıllık acılı efsanenin sahibi Xerabetê Xaço’nun anne ve babası Ermeni. 20. yüzyılın ilk senesinde Garzan ovasının Reşkotan mıntıkasında, bugünkü Kozluk ilçesine bağlı Bileyder köyünde dünyaya gelen Xerabet’in anne ve babası, kardeşlerinin gözü önünde Kürtlerin vatanında öldürülüyor. Sonra Kürt aşiret büyüklerinin meclislerinde, dengbêjlerin divanında ve stranbêjlerin mihricanında hazır bulunuyor. Yıllarca
onlara klam ve stran söylüyor. Şeyh Said’in Piran’dan başlayıp Diyarbekir içlerine yayılan savaşına, ‘Roma Reş’in nasıl kök kuruttuğuna şahit olur. Her dengbêjin gıdası olan derdi, çileyi ve acıyı ta o yıllarda yüreğine dağlamıştır. 25 yaşında, bir gece alıp başını sınırın güneyine geçer. Suriye’ye gider, oradaki Kürtlerin arasına. Kamışlo ve Hesiçe’de kalır. Bugün 60 yaşını geride bırakan oğlu Sêrop orada doğar. Xerabet orada da Kürtlerin dostudur; onların dengbêjleriyle dosttur.

Xerabet bundan 56 yıl önce, 1946 yılında Mahabad’da Kürt bayrağı semalarda dalgalanırken Erivan yolundadır. Gelir Erivan’a yerleşir, yine de Kürtler içindedir ve Kürtçe söyler. Bu kitabın temeli atılırken, yani bu yılın ilk günlerinde, “Ben buradayım ama beynim ve yüreğim oradadır hevalo! Görüyorsun anadilim olmasına karşın Ermenice’yi dahi düzgün konuşamıyorum. Ben Ermeniyim ama sahip ve koruyucularım Kürtlerdir” diyecektir Kevirbirî’ye. Kürtler için çok şey yapan bu söz ustası, hiçbir şey yapmadıysa da ömrü boyunca Kürtlerin diliyle, Kürtlerin acısını, ağıdını söyledi.

Zal û Dal bira bûn

Behra Wanê kaniya wan bû

Deşta Mûşî prêza hespê wan bû

Diyarbekir korta gidiya bû

Bismil cihê deveçiya bû

Bişêrî cihê kêf û hek û laqirdiya bû

Ridwana Bavê Temo cihê gewr û rinda bû

Rexşê Belek jî hespê wan bû

(Zal ve Dal kardeş idiler / Van Gölü kaynakları idi / Muş Ovası atlarını koşturdukları alan idi / Diyarbekir gidilerin merkezi idi / Bismil devecilerin yeri idi / Beşiri keyf, şaka ve eğlencenin mekanı idi / Temo’nun babasının Ridwan Köyü alımlı kızların köyü idi / Rexşê Belek de onların atı idi)

KÜRTDİL USTASINDAN KÜRTLERE SİTEM

Ve Xerabet, doksan yıldır klam okuyan dudaklarından bu hasret dolu mısraları döktükten sonra, susuyor. Belli ki, içinde bir yerleri acımış. Sonra, tarihin izleriyle dolu yüzünde bir acıma belirtisi ve gözlerinde buğu. Sitem ediyor bize, 50 milyon Kürde:

’50 milyon kurmanc nikare li min xwedî derkeve û min xwedî bike” (50 milyon Kürt bana sahip çıkamıyor, besleyemiyor beni…)

Bu bir çağrı, bir yakarış, bir emirdir! Hepimizi utandıran bu sözleri peki neden söylüyor Xerabet? Cevabı, altı gün boyunca divanına katılan, onu yeni nesillere tanıtan kitabın yazarı Salih’ten okuyalım:

“Oturduğumuz odadan içinde bulundukları durum apaçık seziliyordu. Yoksulluk ve çaresizlik her tarafa sinmiş görünüyordu. İki-üç sandalye ve yıkık dökük bir divan, camsız bir kab-kacak dolabı ve teneke bir odun sobası. Hava oldukça soğuk olmasına karşın, sobada sıcaklığın zerresi dahi yok. Sonradan Sêrop’tan öğreniyoruz ki, bir haftadır evlerinde sobaya atacak iki parça odun bile yok. Arada bir kapı açıldığında, keskin bir soğuk bedenimizi çepeçevre sarıyor. Yerde, kapı eşiğine bile serilemeyecek yırtık bir kilim parçası serili. Duvarda sayfaları iki sene önce koparılıp atılmış birkaç takvim. Benimle Siyabend arasındaki küçük sehpanın üzerinde kaset kapağı yerinde olmayan Sharp marka eski bir teyp… “

Kaynak; rojmedya

MKRdezign

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget